Hikaye
Huzeyfe anlatıyor:
Hicretin 13. yılı, Yermuk Savaşı sırasında idi. Savaş, bütün şiddetiyle devam etmiş, akşamüzeri biraz yavaşlamıştı. Bu arada ben, amcamın oğlu Haris'i bulmak için yaralılar arasında dolaşmaya başladım. Biraz sonra onu buldum. Yaralanmıştı, kanlar içinde yatıyordu. Sadece kaş ve göz işareti ile konuşabiliyordu. Susuzluktan dudakları kavrulmuştu.
— Su ister misin? diye sordum.
Göz işareti ile istediğini bildirdi. Ben kırbamın (su kabının) ağzını açtım. Suyu ona veriyordum ki, biraz ilerde Hişam'ın sesi duyuldu:
— Su!... Su!... diye inliyordu.
Amcamın oğlu Haris, feryadı duyar duymaz su içmekten vazgeçti. Göz işaretiyle suyu arkadaşı Hişam'a götürmemi istedi. Koşarak onun yanına gittim. Suyu ona verdim. Elini uzattı ve suyu aldı. Ağzına götürdü, tam içecekti ki, biraz ilerden bir başka ses duyuldu:
— Ne olur, bir damla su verin! Allah rızası için bir damla su!... Bu, İyaş'ın sesiydi. Feryadı duyan Hişam, elini geri çekerek suyu içmedi. Ateşler içerisinde yanmasına ve ağır yaralı olmasına rağmen, o da arkadaşının kendisinden daha yaralı olduğunu düşünerek, suyu ona götürmemi işaret etti.
Hişam'ın yanından, İyaş'a doğru koşarak ayrıldım. Yanına vardığım zaman, kendisinin ancak son kelimelerini işittim. Kelimeişahadeti söylüyordu. Şehit olmak üzereydi. Geldiğimi gördü. Ancak zamanı kalmamış ve şehit olmuştu.
Oradan derhal geri döndüm. Koşarak Hişam'ın yanına geldim. Gördüm ki, o da şehit olmuştu. Hemen onun yanından da ayrılıp, Haris'e koştum. Heyhat! Ne çare ki, ona da yetişemedim. O da diğerleri gibi şehit olmuştu. Ben, hayatımda birçok olayla karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu olay kadar heyecanlandırmadı. Aralarında akrabalık bile olmamasına rağmen, Müslümanların birbirine karşı olan bu saygısını ve şefkatini imrenerek seyrettim. Bu, yüce bir ahlâkın ve üstün bir faziletin belirtisiydi. Bu hâl, ancak yüce İslam dininin kazandırdığı İslâm kardeşliğinden kaynaklanıyordu.
|