BekLentiLer Üzer BekLemeyin
|
Recep Aktuğ Kimdir?
Söylediği gibi yaşayıp yaşadığı gibi ölen, Türk Pop Müziği’nin huzur veren efkârlı sesi, dostlarının Tanju Baba'sı, Tanju Okan’ın hayat hikâyesidir…
İnsana huzur veren o efkârlı ses, günün hangi saati nerede duyarsanız duyun tanırsınız onu; evet, Tanju Okan’ın sesi. Kendine has söyleme tarzı, duygudan duyguya girişi ve söylediği gibi yaşayıp yaşadığı gibi ölüşü… Bugün onun ölüm yıl dönümü. Çok erken bir kayıp olarak yerleşti hafızama. En çok bunca kederin kalbindeki sebebini merak ettim. O henüz 58 yaşındayken hayata gözlerini kapadığında ardında öksüz bıraktığı şarkıları düşündüm. Fonda hep dönüp durdular, dedim ki kendi kendime, biz onları hâlâ yaşatıyoruz. Böylece konu yine ölümsüzlüğü keşfetmeye geldi. Tanju Okan da onlardan biriydi. Dinlediğim her şarkıda kalbimden bir şey akıp nehirlere karıştı sanki. Neden bunca sevildiğini şimdi gerçekten anladım. Sadece bunu da değil, ona biraz daha yakın hissedince babasına ve oğluna uzak kalışını, evliliklerini, kederini, bunlar karşısında duruşunu, hayatı yaşamak isteme şeklini hissetmeye çalıştım ve sanıyorum anladım. Öyle değil midir zaten, ölüleri anlamak daha kolaydır. Neyse ki sen ölümsüzsün ve gizemini koruyan her şey şarkılarında saklı. Bugün dünyadan fiziksel olarak ayrılışının yirmi beşinci yılı olsa da sen şarkılarınla yaşamaya devam ediyorsun…
Seni hep tüm içtenliğini katarak söylediğin şarkılarınla hatırlayacağız. Her ayrılığımızda, kalpte sızı aşk acılarımızda sen hep yanımızda olacaksın.
İyi ki…
*
Fondaki şarkılardan Kadınım’ın orijinal kaydını paylaşıyorum sizin için. Okurken dinlersiniz belki diye…
Tanju Okan – Kadınım
Çocukluğu ve eğitim hayatı
Tanju, 27 Ağustos 1938 yılında, İzmir Tire’de, Bedia (Sarıalp) Hanım ve Mehmet İlhan Bey’in çocukları olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona, “Tanju Okanlı” adını verdi. Bedia Hanım, Urla’nın ilk sorgu hâkimi Ali Rıza Bey’in kızıydı. Babası İlhan Bey ise müzik öğretmeniydi. Urla’da tanıştılar ve evlenip Tire’ye yerleştiler. Evde hep bir müzik sesi yükselirdi. Çocukluğu anne ve babasının ona çalıp söylediği şarkılarla geçti; tabii sadece ilk beş yılı. Annesi ve babası ayrıldığında Tanju beş yaşındaydı ve bundan böyle babasından uzak, ona hasret, belki daha çok merak dolu bir çocukluk geçirecekti.
Artık annesiyle sürecek yaşamları başlamıştı. Her şey biraz eksildi ve değişti ama öylece kalan tek şey müzik oldu. Bedia Hanım oğlunun müzik eğitimi için ilginç bir yöntem bulmuştu. Oyunla karışık Tanju’ya notaları öğretiyordu. Nota şeklinde kurabiyeler yapıyor, masanın üzerine beş çizgi çizip kurabiyeleri üzerine diziyordu. Kural notaların adını ve değerini bilmek, ödülse nota kurabiyeleri yiyebilmekti. İşte Tanju, müziğin tadına ilk kez burada bakmıştı. Damağında bıraktığı tat muhteşemdi, ağzını sulandırıyordu.
Müzik bundan böyle yaşamının vazgeçilmez gerçek parçasıydı. Onun içinde yaşayacaktı…
İlkokula Manisa Gazi İlkokulu’nda başladığında o sıradan bir öğrenci değildi; her daim okul korosunun vazgeçilmez solistiydi. Manisa Ortaokulu’ndan sonra Balıkesir Lisesi’nde eğitim gördü. Müziğin kanında yayılma gücü ilk gençliğin getirdiği heyecanla daha da artmıştı. Arkadaşlarıyla adını Paris’in efsanevi kabaresi Moulin Rouge’dan alan bir orkestra kurdular. Tanju günden güne müzik dışında bir yaşamı olsun istemediğine emin oluyordu. İkinci sınıfta kendi başına ilk kararını verdi ve okulu bırakıp Manisa’ya döndü. Burada da adını Manisa’nın antik çağdaki adından esinlenerek koyduğu “Magnesia Orkestrası”nı kurdu. Çay bahçelerinde mızıka çalıp şarkılar söylüyordu.
Askere gidip döndükten sonra müziği yaşamının merkezine iyice yerleştiren Tanju, İtalya’ya, şan eğitimi almak için gitti. İtalyanca, Fransızca, İngilizce şarkılar söyleyecek, Türkiye’nin en özel isimlerinden biri olacaktı…
İlk sahnesi ve müzik yolculuğu
Tanju, 1958 yılında askerliğini yaptığı Ankara Orduevi’nde ilk kez profesyonel olarak sahneye çıktı. Ancak bu hemen öyle kolayca olmamıştı. Vestiyer görevlisiydi. Bir gün vestiyerde kendi kendine şarkı söylerken onu Selçuk Sun duydu. Sun, Türkiye’nin en önemli caz sanatçılarından biriydi ve burada askerliğini müzisyen olarak yapıyordu. Tanju’nun sesinden çok etkilenmişti. Onu yetiştirmek üzere orkestraya davet etti. Kuşkusuz o anda Tanju’nun kalbi çok hızlı atıyordu. Bir süre piştikten sonra Ankara Orduevi Orkestrası’nın solisti olmuştu. Burada, ordunun dördüncü katındaki salonda, çocukluğu ve ilk gençliği boyunca annesinden dinlediği Fransızca şarkılarla günün popüler şarkılarını söylüyordu. O döneme denk düşmüş herkes için lezzetli bir deneyimdi. Kendine has yorumuyla hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi oluşturmuştu. Şöhretin ilk zerresini tadıyordu ve zamanla orduevinin dışına, Ankara’ya kadar yayılmıştı. Durul Gence ve Erol Pekcan gibi önemli caz müzisyenlerinin de kadrosunda bulunduğu Melodi Dergisi’nin 21 Nisan 1960 tarihli ilk sayısında, Tanju Okan hakkında ilk kez bir şeyler yazıldı. Küçük çaplı şöhretinde ilerliyordu.
Tanju, 2 Temmuz 1960 yılında Melodi Dergisi’nin Ankara Büyük Sinema’da düzenlediği konsere Orduevi Orkestrası’nın solisti olarak katıldı. Erol Enginer ve Arkadaşları, Erol Pekcan Triosu, Deniz Harp Okulu Vokal Grup ve Orkestrası ile bir de bunun yanında iki yabancı orkestra, Happy Boys ve Pampanini Orkestrası’yla aynı sahneyi paylaştı. Konserde “I Only Have Eyes for You”, “I Want to be Happy” gibi şarkıları seslendirerek büyük alkış toplayan Tanju için burası müthiş bir deneyimdi.
Sesi o kadar etkileyiciydi ki, hep bir adım sonrası vardı. Askerliğinin son üç ayında ordunun yanında kendisini Orhan Sezener’in orkestrasında şarkı söylerken bulmuştu. Sezener’le Göl Gazinosu ve Radyo’da çalışan Tanju, 1960 yılında askerliği bittiğinde 50 lira yevmiye karşılığında profesyonel olarak çalışmaya başladı. Önce Sun, sonra Sezener derken Tanju, müzik konusunda kendisini geliştirebileceği şanslı alanlar kazanmıştı. Ankara’da gece kulüplerinde Fransızca, İtalyanca ve İngilizce şarkılarıyla dikkat çeken genç Tanju’nun ünü İstanbul’a kadar ulaşmıştı. Bu sırada İtalya’ya giderek şan eğitimini aldı. 1961 yılında Türkiye’ye döndü ve Ankara’ya yerleşti. Müzikle günden güne daha profesyonel ilgileniyordu. İstanbul’da yayımlanan Popüler Melodi Dergisi, 29 Kasım 1962 tarihli sayısında Ela Gözlerin, Till ve Angustia gibi şarkılarla Ankaralıların gönlünü çelen Tanju Okan’ı okuyucularına tanıtıyordu. Derginin yazı kurulundaysa Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu gibi isimler vardı.
Tanju, nihayet uzun yıllar hayatında yer edecek İstanbul’a gitmişti. Müfit Kiper ve Vasfi Uçaroğlu orkestralarında solistlik yaparken Ankara Radyosu’nda şarkı okumaya da devam ediyordu. Orkestrayla yurt dışında konserlere katılıyor, adını duyuruyordu. Bu, bir ömür sürecek yolculuğun daha başlangıcı bile sayılmazdı…
1960’larda Türk Pop Müziği yeni yeni filizlenmeye başlamıştı. Erol Büyükburç, Barış Manço ve Alpay gibi sanatçılar özgün şarkılarıyla dikkat çekerken bazı orkestralar da yabancı şarkıları yorumluyorlardı. Yine bu dönemde sevilen Batı müziği eserlerine Türkçe söz yazma modası başlamıştı. Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu ile ilk adımları atılan bu tarza Aranjman müzik deniyordu. Türk müziği adım adım gelişirken ona katkı sağlayan etkinlikler de düzenleniyordu. 60’lar aynı zamanda müzik festivalleri ve yarışmaların da revaçta olduğu bir dönem oldu. Özellikle 1961 yılındaki Hilton ve 1963 yılındaki Boğaziçi Festivalleri en dikkat çekici olanlarıydı.
Balkon Melodi Festivali hatırası
2 Eylül 1964 yılında o zamanki Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’da, Taş Meydan’da, Balkan Melodileri Festivali adı verilen bir festival düzenlendi. İlginçti, çünkü çok sevilen seslere sahne olmuş, dinleyenler büyülenmişti. Bunun yanında Türk müziğinin ilk kez yurt dışında tanıtılıyor olması açısından da çok önemliydi. Tanju, festivaldeki yarışmaya Erol Büyükburç ve Tülay German ile katıldı. Bu festival, Tanju Okan’ın hayatının dönüm noktalarından biriydi. Oraya gidişini ve yarışmaya katılmasını şöyle anlatıyordu:
“64’te milli orkestrayı, müzisyenler sendikası ve müzisyenler seçtiler. Erol Büyükburç, Tülay German ve ben gittik. Ayrıca bir de milli orkestramız vardı tabii; Selim Özer, Vasfi Uçaroğlu, Alper Feyman, Erol Ergüner. O gece bir anımız, bir anım oldu daha doğrusu. Taş Meydan yıkılıyor, aşağı yukarı 5 bin kişilik bir tenis kortta veriliyordu konser, yarış yapılıyordu. Efendime söyleyeyim, Erol Büyükburç, çok büyük tezahürat aldı. Dediler ki, bu vaziyette ikinci bir sanatçı çıkamaz. O kadar büyük bir alkış var ki, “İhtilal!” diye bağırıyor oradaki yöneticiler. Kulakları çınlasın Şemsi Sılkım Bey, gazeteci, o da tercümanla izliyor konseri. Tanju ne diyorsun, dedi. Ben çıkıyorum efendim, dedim. Fırladım çıktım. Bir anda evvela bir uğultu oldu, ondan sonra şarkıya girince uğultu kesildi.”
Evet, şarkıya girince uğultu kesilmişti, çünkü herkes Tanju’nun sesinden büyülenmiş gibiydi. Bu şarkı, “Kundurama Kum Doldu”ydu. Elinde bir içki bardağıyla sahneye çıkan Tanju, bir de “Stasera Pago İva” adlı İtalyanca şarkıyı kendi tarzında söyledi ve şarkının sonuna geldiğinde sözlere uyarak bardağı yere çarptı. Tuz buz olmuş kadehin şahitliğinde şarkı bitince herkes ayağa fırladı ve yedi dakika boyunca durmadan alkışlamaya devam ettiler. O gün burada büyük ödülü dört şarkı söyleyen Tanju Okan aldı.
Dünya çapında söyledi ve beyaz perdedeydi
Balkan Festivali’ndeki ses getiren başarısının yankısı dünyaya yayılmıştı. Yarışmada söylediği ilk şarkı “Kunduruma Kum Doldu”, Yugoslavya’da çıkan bir EP’de (uzun çalar) yayınlandı. Bu plak, Tanju Okan’ın piyasaya sürülen ilk çalışmasıydı. “Kundurama Kum Doldu” adlı ilk plağı, 1965 yılında Sahibin Sesi şirketinden yayınlandı. Yine aynı dönemde Türkiye’nin ilk futbol plaklarından biri olan “Maça Dolmuş”u çıkardı.
1967 yılında bir Frank Sinatra hiti olan “Stangers in the Night”ın üzerine yazılmış Türkçe sözlerle yorumladığı “İki Yabancı” 45’liğini çıkardı. Ancak Ajda Pekkan da aynı eseri, aynı isim fakat farklı sözlerle yorumlamıştı. Tanju, Pekkan’ın gölgesinde kalmıştı. Büyük çıkışına biraz daha zaman vardı.
Tanju, 60’ların sonunda Türkiye’de plak doldurmaya başlayan Fransız sanatçı Patricia Carli’nin dikkatini çekmişti. Fransa’ya davet edildi ve burada Fransızca kayıtlar yaptı. Onlardan “Le Sourire De Mon Amour” ve “S'il N'y Avait Que Toi Au Monde”, Fransa’da 45’lik olarak yayınlandı. Ancak bu süre öyle iki cümleyle anlatılacak kadar basit geçmemişti. Yayınlanması sırasında yaşanan sıkıntılar, plak yayınlandıktan sonra da yaşanmaya devam etti. Yurt dışındaki işleri büyük prestijdi, ancak daha çok tanıtıma ihtiyaç vardı. Yine de Türkçe plaklarının çok başarılı olması ona bir şöhret kazandırıyordu; belki de yurt dışı çalışmaları pek de üstüne düşülmesi gereken bir şey olarak görülmemişti.
En iyi mekânlarda şarkı söylemesi bir yana, filmlerde de rol almaya başlamıştı. Yurt dışında da başarısız olduğu söylenemezdi. Nihayet şöhreti Amerika’ya uzandığında Tanju, New York, Washington ve Boston’da konserden konsere koşuyordu. İşte bu zaman diliminde Türkiye’deki hayranlarının payına onu beyaz perdeden takip etmek düşmüştü.
Ölümsüzlüğü keşfedeceği pek çok adım atmıştı. Sesi kadar beyaz perdedeki oyunculuğu da çok sevilmişti. Aslında oynamıyordu; tüm doğallığıyla kameranın karşısına geçiyordu. İlk olarak 1964 yılında “Cübbeli Gelin” filmiyle beyaz perdedeydi. 1965 yılında “Yalancının Mumu” ve “İçimdeki Alev” geldi. “İçimdeki Alev”, ilk başrolüydü. Sonra 1996 yılında “Fakir Bir Kız Sevdim” ve “Aşkın Kanunu”, 1971 yılında “Ah Bir Zengin Olsam”, 1974 yılında “Şiribim Şiribom”, 1982 yılında “Gazap Rüzgârı” gibi pek çok film… Bu filmlerde hikâyedeki karakterlerin abisi, sırdaşı, dert ortağı, yaşı ilerledikçe de Tanju Baba’sı olarak rol aldı. Bu, onun gerçek hayatının bir yansımasıydı sadece...
En iyi iki dostu
Tanju, lüks kulüplerin, gazinoların sahnesinde sesiyle devleşiyor, ancak oradan indiğinde kendi dünyasına çekilip görünmez bir adam oluyordu. Seviyordu kendi hâline kalmayı. Bu dünya, onun için İstanbul’un balıkçı meyhanelerindeki kayıkçıların ve denizcilerin rakıyla demlendiği muhabbetler demekti.
Tanju, “masmavi gözlerinden sevgi akan hüzünlü ses, efkârlı adam” olarak anılıyordu arkadaşları, dostları tarafından. Onu böylesine kederlendiren neydi bilinmez ama Tanju Okan’ın ömrü boyunca değişmeyen, ne vazgeçebildiği ne onların onu bıraktığı iki dostu oldu; içki ve sigara. Öyle ki “Benim en iyi dostum içkim sigaram,” diyordu. Sonra ardından “Onlar da terk ederdi olmasa param,” diye devam edecek kadar farkındaydı her şeyin ama bu iki dosttan çok çekse de vazgeçemiyordu. Oysa ne evlilikleri sürmüştü ne de hayatının başka alanlarında bir faydasını görmüştü. Ancak yaşamı hep onlarla devam etti. Dost muydu, düşman mı bunu ancak o cevaplayabilirdi. Ancak yakın dostu Nino Varon çok sevdiği dostunu şöyle tarif ediyor, bu soruyu bir nebze olsun cevaplıyordu:
“Tanju Okan’ı bu tarif ediyor bence; elinde kadehi, delikanlı gibi yaşayan ve bohem. Bohem yani, sevgi doludur bohem. Bohem bir ressam belki soğuktur ama Tanju Okan bohem bir şarkıcıydı. Denizciydi; balığını tutardı, içkisini içerdi, arkadaşlık yapardı. Herhâlde beraber olduğu kadınlar da mutlu olmuştur.”
Varon, gözleri dolu dolu bir anısını paylaşırken de Tanju’nun sevgi dolu kalbine dikkat çekiyordu:
“Hasret’i yaptığımızda hak ettiği bir para vardı. Biz de şakayla karışık, samimiydik artık bu başarının getirdiği dostluk perçinleniyor, o dönemde biz dedik beş liralık banknot yapalım, çok para görünsün diye. Bavulla gel, dedik ki biz ona büyük bir para veriyoruz. Bavulsuz geldi. Dedim, bavul nerede? Boş ver, dedi. Sen şimdi evleneceksin, paraya ihtiyacın var, sana düğün hediyem, dedi bu şarkı. Böyle bir adam; bunu söyleyebilecek bir artist var mı?”
Ve dostunu şöyle özetliyordu:
“Tanju Okan’ın, Türk dinleyicisinin şuuru altında bir yeri var. Çünkü ‘Tanju Okan gibi’ diye bir laf vardır; ‘Tanju Okan gibi şarkı söylemek’ vardır. Tanju Okan’ın simgelediği bohemlik vardır; simgelediği belki çaktırmadan alkol, efkâr vardır, isyan vardır.”
Oğlu Tansu Okan
Evlilikleri ve oğlu Tansu
Tanju, ilk evliliğini 1963 yılında yaptı. Bu evlilikten Tansu adını verdikleri bir oğulları oldu. Her baba gibi oğlunu çok seviyordu ancak eşinden ayrılınca oğlu, kendi çocukluğunun kaderini yaşadı. Babasından uzak kalmış bir çocukken şimdi de oğlundan uzak kalan bir babaydı. Yıllar sonra Tansu, hafızasında kalmış ilk baba imajını şöyle anlatıyordu:
“İlk imaj… Tam hatırlamıyorum ama öyle bir anlatılmıştı ki bana herkesin sevdiği bir insan, babam çok büyük bir insan olmalı, diye düşünürdüm. Ama müzik yönünü tabii ki bilemezdim. Garip bir şekilde çok büyük bir adam gibi gelirdi. Sanki bir kral gibi falan… Çok uzun aralarla bir araya gelirdik; bir hafta sonunu beraber geçirirdik. O bile zor oluyordu, çünkü babam hafta sonları hep çalışıyor olurdu o dönemler. Annemin benim için kullandığı bir tabir vardır; cam sineği, derdi. Ne zaman babam geleceğini söylese ben geleceği saatten beş altı saat öncesinde hazır, cama yapışır beklermişim ve çoğunda da gelemezmiş.”
Tanju Okan isminin iyiden iyiye duyulmaya başladığı dönemlerdi; plaklar dolduruyor, filmler çekiyordu. Bu sırada Nur Erbay’la sekiz ay sürecek ikinci evliliğini yaptı. Nur, Tanju’ya, onun mavi gözlerine çok âşıktı ama kocasının alkole olan düşkünlüğü, bu evliliğin de üzerinde kara bir gölge olmuştu. Nur Erbay, ayrılıklarından sonra, 1969 yılında Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği güzellik yarışmasında üçüncü olmuş, aynı hafta da evlenmişti. Tanju, haberleri gazeteden öğrendi.
Nur Erbay ile
İlk büyük hit: Hasret
Tanju, aynı dönem sadece özel hayatında değil müzik kariyerinde de bir duraklama yaşıyordu. Yaşadıklarına yakından şahit olan dostu Nino Varon, Tanju’nun hislerine de tercüman olmuştu. Varon, “Le Meteque”in üzerine Türkçe sözler yazmış ve “Hasret” böyle ortaya çıkmıştı. Annesinin çok sevdiği ve üzerine Türkçe sözler yazmasını istediği bu şarkıdan “Hasret”in doğuşunu Murat Meriç’e verdiği bir röportajda şöyle anlatıyordu Varon:
“Aklıma gelmemişti bu, fikir hoşuma gitti... Gitarı elime aldım, mırıldanırken sözler çıktı: ‘Bu akşam çok efkârlıyım’ diye başladım ve bir çırpıda yazdım. Hiç unutmam, Tanju Okan’a bu şarkıyı götürdüğümde yanımda Can Bartu vardı. Tanju’ya şarkıyı verdim, ‘Hemen söyleyelim,’ dedi. Bu şarkı, onun ilk büyük ‘hit’idir. Dostluğumuzu pekiştiren şarkıdır aynı zamanda… Sonrasında birlikte çok şarkı yaptık ama ‘Hasret’in yeri ayrıdır.”
Tanju Okan, “Hasret”le yeniden doğmuştu. Sonrasında yaptığı plaklarla da Türkiye’nin gündemine hızla oturdu. Yine kendine has tavrıyla, Varon’un da önerisiyle ağlayarak söylemişti “Hasret”i. Tüm yaşamı boyunca çok iyi bir dost olarak gördüğü Tanju’ya hep yol gösteren Varon, bu muazzam yükselişin hem şahidi hem paylaşanıydı. Bu başarıya gönülden seviniyordu. Bir başka röportajda duyduğu gururu şöyle anlatıyordu:
“Bu akşam çok efkârlıyım, kalbim neden kan ağlıyor, bunu bir bilsen sevgilim… Zaten acıklı bir cümledir. O yayınlandığı gün ben yine boğazdaydım, Anadol arabamda ve birden radyoda, Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en güzel şarkılardan birini söylüyoruz, dediler. Tanju Okan söylüyor; Hasret. Hem gurur duydum hem inanılmaz bir sükse oldu. O sükse oluşun nedeni, tabii yine hanımlardı.”
Bestesi de Georges Moustaki olarak tanınan Mısırlı udi Yusuf Moustaki’ye ait olan “Hasret”, o yıl Tanju Okan’a Altın Plak Ödülü’nü kazandırdı.
Tanju Okan, özellikle “Hasret”ten sonra sadece 70’li yılların değil, bütün zamanların en özel ve büyük seslerinden biri olmuştu. Çile, yaşamının en büyük parçasıydı, onu yoruyordu ve Tanju dermanını kadehlerde arıyordu. Hep aradı ve bu şarkılar işte içten geldiği için böylesine kendine has söyleniyordu. Çektiği çile ve sığındığı kadehle birlikte şarkılarda duygularını gizlememesi, kuşkusuz çok sevilmesinin en büyük sebebiydi.
Profesyonel müzik yaşamı boyunca Mehmet Teoman, Melih Kibar, Çiğdem Talu ve Yurda Erdoğulu gibi önemli müzisyenlerle çalışan Tanju’nun sesinde hayat bulan eserler, bugün hâlâ boşuna en çok sevilen şarkılar değildi. Sözlerini Mehmet Teoman’ın yazdığı “Gözümde Yaşlarla”, Gürman ve Bülent Şençalar’ın ortak çalışması olan “Öyle Sarhoş Olsam ki”, yine Mehmet Teoman’ın sözlerini yazdığı “Kadınım”, onun en özel eserlerindendi.
Ama ah o “Kadınım”…
Zerrin Erdoğan ile
“Kadınım” ve bir büyük aşk daha
70’li yıllarda Tanju kariyerinin en parlak dönemini yaşıyordu ve sırılsıklam âşık olmuştu hayatının kadını Zerrin Erdoğan’a. Yıllarca yollarını gözlemişler de sonunda birbirlerini bulmuş gibiydiler. Ancak Zerrin dönemin köklü ailelerinin birinin kızıydı ve ailesi Tanju’yu onaylamıyordu. Gizli saklı devam eden bu aşktan haberdar olan aile, ilginç bir yöntemle kızlarını bu aşktan uzaklaştırdı.
Tanju, köşkün önünde nöbet tutarken ailesi, Zerrin’i arka kapıdan çıkararak Amerika’ya göndermişti. Durumu öğrenen Tanju yıkılmıştı. Büyük aşkı, şimdi içinde kocaman bir boşluktu. O sırada kendisi de yeni boşanmış olan arkadaşı Mehmet Teoman, Tanju’yu evinde derbeder bulunca onun acısını kendinde hissetmiş ve işte “Kadınım” şarkısı böyle çıkmıştı.
Evde Reggiani’nin plağını dinlerken Teoman’ın kaleminden sözler dökülmeye başladı:
“Eşyalar toplanmış seninle birlikte, anılar saçılmış odaya her yere…”
Sonra Tanju’ya yöneldi: “Kalk! Kalk, bunu oku!” Tanju, acısını içinde büyüterek yaşarken başlamıştı şarkıyı söylemeye. “Kadınım”, tek kayıt olarak, üstünde hiçbir oynama yapılmadan, Tanju Okan’ın o anki acısıyla paylaşıldı. Hislere tercüman en güzel ayrılık şarkılarından biri olarak sonsuzlukta yerini aldı.
Nino Varon “Kadınım” için duyduğu kıskançlığı şöyle anlatıyordu:
“Kadınım adlı şarkıyı, beni davet etti, gel, şarkı dinle, dedi. Aşiyan’da oturuyordu. Güven diye bir arkadaşımla gittim. Güven kimdir? Duman grubunun Kaan’ının babasıdır. O gün gittik, Mehmet Teoman da orada. Bana prizma yapar gibi Kadınım’ı dinlettiler; çok kıskandım. Çünkü çok güzel yazılmış ve Tanju’nun müthiş yorumuyla müthiş bir şarkı daha kazanmıştı. Tanju adına sevindim. Çünkü diskografi artistin büyüklüğünü getiriyor.”
Uzunca bir süre sevgilisinden haber alamamış ve yine en iyi iki dostuna sığınmıştı Tanju; onu sevmekten hiç vazgeçmemişti. Sonunda hasret bitti. Dört yıl süren hep yasaklanan beraberliklerinin ardından 1975 yılında hayatının kadınıyla evlendiğinde gazetelere “Yeniden doğdum,” demişti.
Zerrin’le birlikte anne ve babasının tanışıp evlendikleri Urla’ya yerleştiler. En büyük tutkularından biri denizdi. İki tekne yaptırdı ve birine Hasret birine de Kadınım adını verdi. Burada doğayla iç içe bir yaşam sürdürüyorlardı. Ancak her şeye meydan okuyan bu aşk evliliği de diğerleriyle aynı sebepten son buldu. Gönül Yazar, iki çift olarak çok güzel zamanlar geçirdiklerini söylerken Tanju ve Zerrin’in ayrılıkları için şöyle demişti:
“Zerrin gittikten sonra bizim ahengimiz bozuldu.”
Müzik yolculuğunda son hitler
Tanju Okan, 1975 yılında, “Bütün Şarkılarım” adını verdiği, 1970-1974 yılları arasındaki popüler şarkılardan oluşan ilk longplay’ini çıkardı. Yine aynı yıl, düzenlemesini Onno Tunç’un yaptığı, Mehmet Yüzüak ve Rıfat Şanlıel bestesi olan “Kemancı” ve Selami Şahin bestesi olan “Dostlarım” şarkılarından oluşan iki 45’lik çıkardı. Bunlar, Tanju Okan’ın son hitleriydi.
Tanju, dillere “Benim en iyi dostum içkim, sigaram” sözleriyle pelesenk olan “Dostlarım” şarkısını, Selami Şahin’den özel olarak istemişti.
1980 yılında, Melih Kibar, Garo Mafyan ve Bora Ayanoğlu ortak çalışması olan, “Yorgunum” adını verdiği Kent şirketinden çıkan albümü yaptı. Gerçekten çok yorulmuştu artık ve yanında yine o sevgili iki dostu vardı. Düşmana dönüşmek için zemin hazırlıyorlardı.
Son albümünden sonra birkaç kez televizyon programlarına da katılmıştı ama arabeskin daha çok ilgi görmeye başladığını fark edince Urla’da inzivaya çekildi. Uzunca bir süre eser üretmedi. 1989 yılında Türkiye yerel seçimlerinde politikaya atılmaya karar verdi. Önce Urla’da bağımsız adaylığını açıklayan Tanju Okan, sonra ANAP’a geçmeye karar verdi. ANAP, Urla’da yüzde 30.76 ile ikinci parti oldu. SHP adayı Bülent Baratalı belediye başkanı seçildi.
90’lar başlarken Türk Pop Müziği’nin yeniden gündem kazanması üzerine müziğe dönmeye karar verdi. Uzun süren bir sessizliğin ardından 1991 yılında Emre Plak’tan “Kadınım/İyi Düşün” ve bir yıl sonra ise Nokta Müzik’ten “Yıllar Sonra/Kırlangıç” albümünü çıkardı.
1995 yılında da Marş Müzik’ten “İşte Tanju Okan 95” çıkmıştı. Bu, son albümüydü…
Oğluyla geçen son günleri
1994 yılında rahatsızlanan Tanju Okan’a siroz ve damar tıkanıklığı teşhisi konmuştu. Diyet uygulaması gerekiyordu ama o, durumunu hiç ciddiye almadı. Sağlık durumu her gün biraz daha kötüleşiyordu. Hatta bu umursamazlığı, ona 1995 yılı Kasım ayında bir bacağına mal oldu.
Yanında oğlu vardı. O günleri ve hissettiklerini şöyle anlatıyordu Tansu:
“Bence ilk gerçek ilişkimiz 95 yılında rahatsızlandığında, yanına gittiğimde başladı. Biz iki inatçı… İlk önce beni sadece onunla ilgilenen, ona hayran bir genç olarak kabul etti. Pek oğlu olduğumu kabul etmemeye çalıştı, aramızdaki dargınlıktan dolayı. Hatta çok güzel espriler bile var; gelen ziyaretçiler ‘Nasılsın, bir şeye ihtiyacın var mı? Sana iyi davranıyorlar mı?’ diye sorduğunda, delikanlı her şeyimle ilgileniyor, derdi. Komikti ama yani, ben hem delikanlıydım hem de her şeyini yapması gereken insandım. Her şeyi de benden isterdi. Sonra bir gün, o bacağı kesildiğinde, bacağına masaj yaparken bir anda uzandı omzuma, ‘Oğlum çok yoruldun değil mi?’ dedi. İşte o zaman her şey koptu. Ondan sonra oğlum da oğlum oldu yirmi dört saat. Ben de tabii babam da babam oldum yirmi dört saat.”
O gün, 23 Mayıs 1996 günü, çok sevdiği teknelerini satmaya karar vermişti. Sabah Tansu’yla kahvaltılarını ettiler. Biraz da sohbetin ardından dinlenmek üzere odasına çekildi Tanju Okan. Onu nasıl kaybettiğini şöyle anlatıyordu Tansu:
“Sabah çok neşeliydi, gayet keyfi yerindeydi. O gün, niye o kadar üstünde duruyordu bilmiyorum ama ilk emekli maaşını alacaktı. Ama bankaya gidecek durumda değildi, benden rica etti. Ben gittim. E bankadan da bana vermiyorlar tabii hiçbir şeyi, fakat o kadar çok seviyorlardı ki bir görevli bey benimle eve kadar geldi. Eve geldiğimizde vefat etmişti.”
İşte hepsi bu kadar; en iyi iki dostu sonunda düşman yüzünü en net hâliyle göstermişti. Tanju, söylediği gibi yaşamış, yaşadığı gibi ölmüştü. 58 yaşındaydı. Tansu babasıyla yaşamak istediği ne çok şey olduğunu şöyle dile getiriyordu:
“Kim bilir daha neler paylaşacaktık, bana söylediklerini yaşamak isterdim. Yeni yeni bacağını denemeye başlamıştı. Şu yürümeyi bir becereyim seninle beraber İzmir, Ankara, İstanbul turne yapacağız, derdi. Onu yaşamak isterdim, bir de o halini görmek isterdim. Çünkü o zamanlarda İzmir’de bir gece düzenlenmişti onun için, o geceye kadar ben babamı hiç sanatçı olarak görmedim. İlk o zaman hakikaten de sanatçıymış, nasıl bir sesmiş, demeye başladım. O bilinçle keşke sahnede tekrar görebilseydim.”
Yıllarca onu dinleyenlerin duygularına tercüman olan, dostluğu ve babacan tavrıyla çevresinin kalbinde önce insan olarak yer edinmiş, huzur veren efkârlı sesiyle Türk Pop Müziği’nin en özel seslerinden biri olan bir Tanju Okan geçti bu dünyadan…
İyi ki…
Alıntı
________________
Bir Defa Aldatan Kisiyi Affedersen, Seni Yine Kullanir;
Çünkü Ihanet Bir Ruh Hali Degil, Karakterin Dökülüş Biçimidir.
|