01 Ağustos 2021, 13:01 | #1 |
6.6. Cumhuriyetin İlanı
Bu muhalefete karşılık hükümet reisi ve içişleri bakanı Fethi Bey daha etkili olabilmek için içişleri bakanlığından ayrılmıştır. Aynı sırada Ali Fuat Paşa da meclis ikinci reisliğinden istifa etmiştir. Muhalifler, Fethi Bey’den boşalan içişleri bakanlığına Erzincan mebusu Sabit Bey’in, meclis ikinci başkanlığına Rauf Beyin seçimini karar altına aldırmışlardı. Sabit Beyin ittihatçılığı ile meşhur olmasının Mustafa Kemal’i rahatsız ettiği ifade olunmaktadır.
Bu durumda Mustafa Kemal’in daha seçimlerin hemen ertesinde hazırlığını yaptığı projeyi uygulamaya koyduğunu görüyoruz: Cumhuriyeti ilan etmek. 25 ve 26 Ekim günlerinde hükümeti Çankaya’da toplayarak hükümetin istifa etmesi gerektiğini belirten Mustafa Kemal, mevcut hükümet üyelerinden hiç kimsenin yeni kurulacak kabinede görev kabul etmemesini istemiştir. Böylece Meclis’teki muhalefet grubuna bir hükümet kurma imkânı tanımaktaydı. O zaman diğer hükümet üyeleri gibi Meclis tarafından seçilen Genelkurmay başkanı dışında bütün hükümetin istifası ile muhalefet kendi düşünceleri çerçevesinde bir hükümet kurmak ve memleketi yönetmek şansına kavuşuyordu. Bununla birlikte Mustafa Kemal, onların uyumlu bir hükümet kuramayacaklarına, kursalar bile memleketi idare edemeyeceklerine inanıyordu. Burada Mustafa Kemal’in hazırlıklarını çok yönlü gerçekleştirdiğine işaret etmeliyiz. 27 Ekim 1923 tarihli istifa yazısında hükümet, Türkiye Devletinin karşı karşıya bulunduğu mühim iç ve dış meselelerin kolayca halli için “Meclis’in tam desteğine sahip, gayet kuvvetli bir hükümetin kurulmasına hizmetin amaçlandığını” belirtmekteydi. Bu gelişme üzerine Meclis’te çeşitli hükümet listeleri oluşturulmaya başlanmış, ancak parti grubu bir türlü tek bir liste üzerinde birleşememişti. Yapılan listelerde muhakkak Mustafa Kemal’in ekibinden bir veya birkaç bakan yer aldığı ve bunlar yeni kabinede görev almayı ret ettikleri için netice alınamıyordu. Parti Genel Başkanı olarak kendisi de gelişmeleri yakından yönlendiriyordu. Diğer yandan İstanbul’daki muhalif basın organları da Mustafa Kemal’e muhalefet maksadıyla Rauf Bey, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar ile Dr. Adnan Beyi ön plana çıkaran yayın yapmaktaydı. 28 Ekim akşamına kadar bir netice alınamayınca yeniden harekete geçen Mustafa Kemal, Çankaya da topladığı arkadaşlarına “yarın Cumhuriyeti ilan edeceklerini” bildirmiş ve meselenin halli için kendisinin Meclis’e çağırılması talimatını vermiştir. Mustafa Kemal, kendisiyle “zaten ve tabiaten hemfikir olduklarına şüphe etmediği” Ankara’daki bütün arkadaşlarına danışmak lüzumunu hissetmediğini belirtirken İsmet Paşa ile birlikte, daha Temmuz ayında hazırlattığı metni yeniden gözden geçirmiştir. Buna göre, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’(Anayasa)nun birinci maddesine “Türkiye Devletinin idare şekli Cumhuriyettir” cümlesi ilave edilmiş ve dördüncü madde “Türkiye Devleti TBMM tarafından idare olunur, Meclis, hükümetin yükümlülüğündeki görevleri Bakanlar Kurulu vasıtasıyla yerine getirir” şekline getirilmişti. Onuncu ve on birinci maddeler Cumhurbaşkanı’nın konumunu belirlerken mevcut krizin halline yönelik düzenleme 12. maddede görülmektedir: “Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilir. Diğer bakanlar başbakan tarafından yine Meclis üyeleri arasından seçildikten sonra tamamı Cumhurbaşkanı tarafından Meclis’in tasvibine arz olunur. Meclis, toplantı halinde değil ise onay için Meclisin toplanmasına bırakılır”. Kabine sistemine geçişi sağlayan bu düzenlemelere Meclis Anayasa Komisyonunda “Türkiye Devletinin dini İslam, resmi lisanı Türkçedir” maddesi de ilave olunmuştur. Bu madde Anayasa’nın ikinci maddesi olarak kanunlaşacaktır. 29 Ekim günü Meclis yine eski hükümetin yerine daha kuvvetli bir hükümet kurmaya çaba harcamıştır. Ancak bütün girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine Çankaya’da alınan karar gereği Meclis Başkanı’nın bu konuda kendilerini aydınlatmak ve yol göstermek üzere çağırılması teklifi yapılmıştır. Davet üzerine Meclis’e gelen Mustafa Kemal, hazırladığı Anayasa’nın bazı maddelerinin “tavzih ve tadilini”(açıklama ve düzeltme) öngören metnini vermiş ve Anayasa Komisyonunda müzakere edilmesini istemiştir. Burada Anayasa değişiklikleri yerine tadilleri (düzeltmeleri) tabirinin kullanılması olaya nasıl bakıldığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Kanun değişikliklerinin tamamı hakkında konuşulmaya başlandığında söz alan Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey Mustafa Kemal’den gelen teklifleri küçük düzenlemelerle Meclise arz ettiklerini belirterek şeklî değişiklik isteklerinin zaten fiîlen var olan durumun ilanı olacağına dikkat çekmiştir. Yunus Nadi Bey, en çok tepki çeken maddenin; “Türkiye Cumhurbaşkanı Devletin de Başkanıdır. Bu sıfatla lüzum gördükçe Meclise ve Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder” şeklinin aslında tadil dahi olmadığını, zira asılda da bu yetkinin Meclis Başkanı’na verilmiş olduğunu belirtmiştir. Bu düzenlemede etkili olan gerekçenin “milli meselelerin daha kolay bir şekilde halli ve daha seri bir surette yürümesi” olduğuna işaret eden Yunus Nadi Bey, Meclis tatilde iken memleket meselelerinin muallâkta kalmaması gerektiğini ve bunun bir zaruret olduğunu Meclis üyelerine anlatmıştır. Daha sonra söz alan Vasıf Bey (Saruhan milletvekili), Cumhuriyet idaresini kabul etmenin aslında Meclisin açıldığı günden itibaren zaten var olan bir durumu yasallaştırmaktan başka bir şey yapmadığını belirtmiştir. Konya milletvekili Eyüp Sabri Bey de Vasıf Beyin tespitine katılmıştır. Antalya milletvekili Rasih Bey ise yeni şeklin siyasi literatüre uygunluğunu dile getirerek Türk devleti bundan sonra “riyasette irsen gelmiş, oturmuş kimse görmeyecektir” vurgusunu yapmıştır. Bu konuşmalardan sonra müzakere kâfi görülerek oylamaya geçilmiş, Cumhuriyeti ilan eden madde alkışlar arasında aynen kabul edilmiştir. İkinci maddenin oylanmasından önce söz alan Urfa milletvekili Şeyh Saffet Efendi, devletin dili ve dinine yönelik maddenin Anayasa’nın ilk oluşturulduğu sıradaki şartların gereği unutulduğu için ilave edildiğini, Cumhuriyetin ilanı ile “Hülefâ-ı Raşidin dönemine dönüldüğünü” ifade etmiştir. Bu sırada Yunus Nadi Bey komisyonu adına, dinlerin serbestîsi ve kanun dairesinde korunacağına dair hükümlerin bundan sonra da devam edecek düzenlemelerde yer alacağını bildirerek doğması muhtemel şüphelerin önüne geçmiştir. İkinci ve dördüncü maddeler tartışılmadan aynen kabul edilmiş, Cumhurbaşkanının süresinin bir seçim devresi yerine üç seçim dönemi için seçilmesi gerektiği tartışılmıştır. Daha sonra bütün siyasi partilerin değiştirilmesini isteyeceği bir husus olan Cumhurbaşkanının iktidar partisine bağlı değil bilakis “bütün milletin malı olması “ gerektiği savunulmuştur. Bu sözlerden sonra madde aynen kabul edilmiştir. Son olarak on ikinci madde ile Cumhurbaşkanı’nın yetkilerine dair olan husus aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. Böylece Cumhuriyetin ilanı gerçekleştirildikten sonra hemen Cumhurbaşkanı seçimi yapılması teklif edilmiş ve bu oturumda “158 azanın oybirliğiyle” Ankara Mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı Cumhurbaşkanlığına seçtikleri ilan olunmuştur. Ertesi gün İsmet Paşa tarafından kurulan hükümet, mevcut 166 üyenin oybirliği ile güvenoyu almıştır. Aynı gün ikinci oturumda 158 üyenin katıldığı seçimde 151 oy ile Fethi Bey Meclis Başkanlığına seçilmiştir. Yukarıda kısaca izah edilen gelişmelerin seyrinden de anlaşılacağı üzere Cumhuriyetin ilanını sağlayan Anayasa düzenlemeleri kendine has şartlar ve mülahazalar ile gerçekleştirilmiştir. Muhaliflerin kendilerini en kuvvetli hissettikleri sırada hazırlıksızlıklarını ve fikri uyumlarının tam olmadığını fark eden Mustafa Kemal harekete geçmiştir. Büyük Nutk’unda bu değerlendirmeleri destekler mahiyette “Cumhuriyetin elbette taraftarları ve aleyhtarları vardı..... Bittabi taraftarlar muktedir iseler mefkûrelerini herhangi bir suretle; ihtilalle, inkılâpla veya meşru yollardan tatbik ederler; bu, mefkûre inkılapçılarının vazifesidir. Buna karşı itirazlar, yaygaralar ve irticakârâne teşebbüsler de aleyhtarların yapmaktan geri durmayacakları hareketlerdir” demektedir. Cumhuriyetin ilanının meclis vasıtasıyla halk bilgilendirildikten sonra yapılması gerektiği iddiasıyla muhalefet edenlere karşı yine Mustafa Kemal, “Bu memlekette, bir heyet-i ictimaiyede bir inkılâp yapıldığı zaman elbette onun esbabı(sebepleri) vardır. Ancak o inkılâbı yapanlar, inanmak istemeyen anut (inatçı)hasımlarını iknaa mecbur mudur?” diye sormakla olaya nasıl yaklaştığını en açık bir biçimde ortaya koymuştur. Mücadeleye atıldığı ilk günden itibaren Meclisi ön plâna çıkaran ve her hususta tam bir fikir birliği ile netice almaya çalışan Mustafa Kemal’in bu tavrı Cumhuriyet konusunda o sırada taraflı tarafsız her milletvekilini ikna etmenin mümkün olmamasını bilmekten kaynaklanıyor olmalıdır. Bütün üyelerin tek tek ikna edilmesi gibi bir çaba elbette daha demokratik olurdu. Ancak demokrat davranmak uğruna hedeften sapılması ve neticenin bilinmeyen bir geleceğe bırakılması pek makul bir hareket tarzı olamazdı. Zira hedef, her şeyden önce memleketi düşman işgalinden kurtarmak idi. Evet, askeri harekât bitmişti. Ancak bu başarı siyasi düzenlemeler ile pekiştirilmediği takdirde milleti uçurumun kenarına getiren yönetim anlayışının yeniden hâkim duruma gelmesi, mevcut ortamda çok kolaylıkla gerçekleştirilebilecek bir olaydı. Önceki dönemlerde devleti kurtarmak ve düzeni ıslah etmek amacıyla yapılanların hep kısır, yarım işler olduğunun bilinci ile Mustafa Kemal, bir daha aynı sıkıntıları yaşamamak için gerekli gördüğü bütün köklü değişiklikleri birbiri ardına hayata geçirmiştir. Cumhuriyete giden yolda Türkiye Büyük Millet Meclisinin fikri yapısı üzerinde yapılan araştırmalar da “olağanüstü dönemleri normal dönemlerin kurumları ile atlatabilmenin olanaksızlığını” göstermiştir. 1920 – 1923 Türkiye’sinde bunu açıkça gözlemlemek mümkün olmuştur. “İhtilallerin genel gelişimine koşut olarak ihtilâlcilerin, kendi yasalarını kendilerinin koyacağı kuralı” ikinci meclis için de geçerli olmuştur. Mustafa Kemal’in Mecliste ekseriyeti ele geçirecek bir başka grubun eski idareyi geri getirecek bir karar alması ihtimaline karşı yaptıklarında ise onun bundan sonra kendisini Cumhuriyet ile özdeşleştirmesinin gerekçelerini görmemiz mümkündür. Bin bir güçlükle ortaya çıkarılan bir eserin korunması elbette gerekliydi ve onu gerçekleştirenlerin bu uğurda her şeyi göze almaları şarttı. Atatürk’ün yaklaşımını ona bu değerlendirmeleri yaptırtan söz konusu ortam ile birlikte ele almak sağlıklı bir neticeye varmanın temel şartıdır. Anlayış değişimi gibi son derece güç ve zahmetli bir sosyal inkılâbı gerçekleştirmenin ilk adımını teşkil eden Cumhuriyeti, Atatürk’ün en büyük başarısı ve Türk milletinin onun önderliğinde gerçekleştirdiği en büyük inkılâp olarak anlamak gereklidir. Cumhuriyet kavramının işaret ettiği halkın yönetimde etkinliğini bütün unsurları ile hayata aktarmak ise Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyetini anlamanın temel şartıdır.
________________
El Haset Min-El Mahrum
Kötü Niyetle İyi Murada Varılmaz ! ! ! |
|
|
Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 ziyaretçi) | |
|
|