03 Ağustos 2021, 00:10 | #1 |
Teşekkürler 11 Eylül; Bizim Hidâyetimize Sebep Olduğun İçin!..
Allâh’ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da, Allâh nurunu tamamlamaktan aslâ vazgeçmez."(Tevbe, 32) ...
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? * Adım Letiŕa Gouvë… 28 yaşındayım. Elektrik mühendisiyim. Güneş enerjisi üzerine çalışıyorum. Brezilya’nın Minas Gerais şehrinde yaşıyorum. 3 sene evvel müslüman oldum. Hidâyet yolculuğunuz nasıl başladı? * İslâm’ı, ilk defa televizyondan, 11 Eylül hâdiseleri olunca duydum. “Kim bu dünyayı kana bulamak isteyen teröristler? Herkes bunlardan neden bu kadar korkuyor?” diye merak ettim. 11 Eylül, ağabeyimin ve yengemin de dikkatini çekmişti. Onlar da bulabildikleri imkânlarla İslâm’ı araştırmışlar. Zaten onlar, benden önce müslüman oldular. Önce yengem, bir yıl sonra da ağabeyim… Nihayet ben de İslâm’ı araştırmaya başlamıştım. İşte İslâm’a doğru ilk yolculuğum bu merak üzerine başlamış oldu. Zaten her şey merakla başlamaz mı? Âilenizi tanıtabilir misiniz? Anneniz, babanız bir dine mensup muydu? * Annem-babam katoliktiler. Babamın âilesi ise, ateistti. Anneannem çok dindar bir hıristiyandı. Küçüklüğümüzde bizi çok etkiledi. Bize Allah duygusunu anneannem aşıladı. Âilece toplanırdık, bizimle konuşurdu. Annem dîne çok meyilli olduğu için, bizi de inançlı olarak büyüttü. Şimdi düşünüyorum da, bizi İslâm’la büyütmüş âdeta… Edeb ve ahlâka çok önem verirdi. Bize cömertliği, yardımseverliği, paylaşmayı sevdirdi. “Bu dünyadaki hiçbir şey bize âit değil, hepsi Allâh’ın!..” derdi. Tekrar size dönecek olursak, annenizin bu telkinleri mi sizi dine yaklaştırdı? Tam öyle değil!.. Anneannem, beni güzel bir hıristiyan olarak yetiştirmek istiyordu. Zaten dinlerin insan eli değip tahrif olmadan önceki hâlleri de hep aynı değil mi? Benim, eskiden beri, her şeyi yaratan bir “Allah” inancım vardı, ama herhangi bir dine mensup değildim. Dinleri araştırmış, fakat bir türlü aradığımı bulamamıştım. Garip olan, o zamana kadarki araştırmalarımda İslâm dinine âit hiçbir şey bulamamış olmamdı. Bu arada gençliğim Batı’nın renkli dünyası içinde âdeta kaybolmuştu. Hiçbir şeyde huzur bulamıyordum. O çevreden o kadar bıkmıştım ki, kendimi bu dünyaya âit hissetmiyordum. Bir taraftan da araştırmalarıma devam ediyordum. Dinleri, mezheplerini inceliyordum. Hıristiyanlığı inceledim. Dinle İncil arasında, Hazret-i İsa ile ilgili o kadar zıtlıklar vardı ki, hakikati orada aramak bile hataydı. Bütün her şeyi kabullenmeye çalışsam da, Hazret-i İsa’nın «Allâh’ın oğlu» olarak kabul edilmesini bir türlü aklım almıyordu. “– Tanrı’nın nasıl oğlu olur, O, bir insan mı ki?!” diyordum. Tanrı’nın bir insan olma fikri de bana çok saçma geliyordu. Brezilya’nın çoğu hıristiyan… Ben müslüman olmadan önce de çevremdeki hıristiyanlara, inançlarındaki tezatları, çelişkileri anlatır, zihinlerinde yerleşmiş inançlarını sorgulamalarını isterdim. Sık sık etrafımdakilere Hristiyanlıkla ilgili sorular sorardım. Sonra üniversiteye başladım. O kadar dünyaya kendimi kaptırmıştım ki, dinlerle ilgili araştırmalarımın hepsini rafa kaldırdım. Artık zihnimde sadece üniversite ve oradaki çalışmalarım vardı. Böylece tam altı yıl geçti. Elektrik mühendisliğinden mezun olmuştum. İşte tam bu esnada 11 Eylül hâdisesi oldu. O olay, içime bir ateş düşürdü ve İslâm’ı, terörist dedikleri o insanların dinini öğrenmeye karar verdim. İçimdeki bu merak ateşi, beni yakıp kavuruyordu. Emperyalizmden bıkmıştım. Onun insanlara mutluluk vermediğini yakînen görüyordum. Bu yüzden, âdeta dört koldan İslâmiyet’le ilgili bilgiler toplamaya başladım. Onunla ilgili kitaplar arıyordum, internetten İslâmiyet hakkında lehte ve aleyhte söylenen her şeyi inceliyordum. Ve araştırmalarımda şunu gördüm: Avrupa’nın bir “altın devri” var, keşiflerin olduğu, bilimin ilerlediği, kıtaların aşıldığı dönem… Bu dönemin hazırlanmasında emeği geçen ilim adamlarının hepsinin müslüman olduğunu fark ettim. Matematikte, tıpta, felsefede ilk buluşları, ilk keşifleri hep Müslümanlar yapmışlar. Bu, beni çok etkiledi. Araştırmalarıma tam iki sene devam ettim. Ben rasyonel (akılcı, mantıklı) bir insanım ve her şeyi öncelikle aklımla kavramaya çalışırım. Araştırmalarımda İslâm’ın akla ve mantığa ters hiçbir yönünü göremedim. Kur’ân-ı Kerîm’i inceledim. İçinde hiçbir zıtlık yoktu. Sanki her şey birbirini tamamlıyordu. Bir bütünün parçaları gibi hepsi yerli yerine oturuyordu. Bu ise, insana müthiş bir huzur veriyor. Bu uzun araştırmalarım, İslâm’ın, Allah’tan gelen bir “hak din” olduğunu anlamama yetti. İnternet aracılığıyla şehrimizdeki diğer Müslümanlarla tanışma fırsatı buldum. Müslüman olmadan önce dünyanın gidişâtından çok ümitsizdim. Avrupa’nın sıkıntılarından, dünyadaki zayıf ülkeleri ezmesinden bıkmıştım. Ve “Bu dünya düzeni aslâ değişmez!..” diye düşünüyordum. Diğer müslüman kardeşlerimle tanışınca, fikrim tamamen değişti. Müslümanların aslında birer “terörist” olmadıklarını, bilakis insanlığın iyiliği için çabalayan ve duâ eden insanlar olduklarını gördüm. İslâm’ın insana bakışı o kadar güzel ve merhametli ki!.. Komşunla bile ilgilenmek zorundasın. Peygamber Efendimiz buyuruyor ya: “– Komşusu açken tok yatan bizden değildir!..” diye… Kapımızdaki aç kediden bile sorumluyuz. İslâm’ın her şeye bakışı merhamet dolu… Bütün bunlar, benim yaşamak istediğim, ama arayıp da bulamadığım bir hayat tarzı ve duygu dünyasıydı. Hâlbuki medya, İslâm’ı ve Müslümanlığı hakikatin tam zıddı olarak “terörist” damgasıyla tanıtıyordu. Böyle temiz niyetli insanların dini nasıl terörizm olabilir ki!.. Medyanın İslâm’ı böyle tanıtmasının temel sebeplerinden birisi, İslâm’ın kapitalizme aykırı bir din olması!.. Gönüllere İslâm hâkim olunca, insanları istedikleri gibi sömüremeyecekler!.. Çünkü İslâm, aşırı hırsı, aşırı tüketim ve israfı, insanların gaddarca birbirlerini sömürmelerini şiddetle yasaklamış. Kapitalizm ise, tam aksine bu temeller üzerine kurulmuş. İslâm’ı araştırırken dört sûreyi de ezberlemiştim. Bunlar: Fâtiha, İhlâs, Felâk ve Nas sûreleri… Kur’ân-ı Kerîm’in meâlini okumuştum. Hatta kitaplara baka baka namaz bile kılıyordum. Ama henüz müslüman olmamıştım. Âilemin tepkisinden korkuyordum. Bir Cuma sabahı uyandım. İçimden bir ses şöyle diyordu: “– Sen çok kötüsün!.. Şirk koşuyorsun!..” “– Evet!..” dedim. “Şirk içindeyim. Doğruları buldum, fakat âilemden korktuğum için onları dinliyorum. Hâlbuki Allâh’ı dinlemeliydim. Âilem, Allah’tan daha üstün olamazdı, olmamalıydı. Ben onları üstün tutarak açıkça «şirk» koşuyordum.” Ve içime bir ürperti girdi. Annemin masasının üstündeki masa örtüsünü çektim ve başıma örttüm. Bu, benim ilk tesettürümdü ve öylece câmiye gittim. Oradaki hocaefendi ile tanıştım. Kendisine müslüman olmak istediğimi söyledim. O kişi, bana: “– Sen eve dön, biraz daha düşün!.. İslâm, zor bir dindir, yaşayamazsın!..” dedi ve şehâdet getirmeme müsaade etmedi. O câmiye dört kere gittim ve o kişi beni dört kere geri çevirdi. O, hep: “– Düşün!..” diyordu. En son gidişimde çok kızdım. Bağıra bağıra: “– Benden ne istiyorsun?! Artık yeter!..” dedim. “İslâm’ı araştırdım ve şehâdet getirmek istiyorum.” Sonra da onun konuşmasına fırsat vermeden bağıra bağıra kelime-i şehâdeti söyledim. Erkeklerin içinde oldu, bu hâdise… Câmide bulunan erkekler, sevinç içinde: “– Allâhu ekber, Allâhu ekber!..” diye tekbir getirdiler. Brezilya’nın hâli işte bu!.. İslâm’a ulaşmak orada çok zor!.. Ulaşınca da böyle câhil insanlar yüzünden kaybedilebiliyor. O yüzden orada İslâm’ı gerçekten bilen ve yaşayan tebliğcilere çok ihtiyaç var. (Gülerek devam ediyor.) Sonradan öğrendiğime göre de, bir câmiye gidip hocanın önünde şehâdete bile gerek yokmuş, kişinin kendi şehâdeti bile yetermiş. Sonra neler oldu? * Artık müslümandım. O gün câmiden eve geldim. Örtümü (başımdaki hâlâ masa örtüsüydü) hiç çıkarmadım. Bir hafta sonra da kendime gerçek bir başörtüsü aldım. Tesettürü hiç yadırgamadım ve zorlanmadım. Âdeta içimden öyle geldiği için örttüm. Çünkü bu Allâh’ın emriydi ve fıtratımız da buna muhtaçtı. Âileniz, müslüman olmanızı nasıl karşıladı? * Âilem, müslüman olmama karşı çıktı. Çünkü medyadan tanıdıkları İslâm’ın erkeklerini terörist zannediyorlardı. Bu terörist erkekler, kadınlarına da durmadan işkence ediyorlardı. Onlar öyle biliyorlardı. Tesettüre bürününce hemen karşı çıktılar ve: “– Sen, iyice fanatik oldun!..” dediler. Çok tartıştık annemle… “– Anneciğim, tesettüre girmezsem, günâha girmiş olacağım!..” dedim ve odama gittim. Annem çok ağladı. Çığlıklar attı. İki buçuk saat sonra yanıma geldi: “– İstediğini yap!.. Sana engel olamam.” dedi. İki sene âilem, beni diğer akrabalarımla görüştürmediler. Çünkü benden utanıyorlardı. Ve ben iki sene boyunca buna râzı oldum. Bir gün babaannem hastalandı. Onu ziyarete gitmeme bile izin vermiyorlardı. “– Bunu kabul edemem!..” dedim ve gittim. Babaannem gittiğimde uyuyordu. Bir müddet sonra gözlerini açtı. Beni tesettürle görünce: “– Bu ne hâl? Başındaki örtü de ne?!” dedi. Ben: “– Müslüman oldum!..” deyince, başını çevirdi ve: “– Benim babam da müslümandı.” dedi. O zamana kadar kimse bunu bilmiyordu. Onun babası Lübnan’da yaşamış. Babaannemler oradan göç etmişler. Hâlbuki biz babamın sülâlesini hep ateist zannederdik. Çevreniz, arkadaşlarınız müslüman olmanıza ne dediler? Onlar da âileniz gibi tepkiler mi verdi? * Arkadaşlarım da müslüman olmamdan etkilendi. İki arkadaşım daha İslâm’ı araştırıp müslüman olmaya karar verdiler. Brezilya’da insanlar, 11 Eylül’den sonra âdeta Amerika’ya inat müslüman oluyorlardı. Bu inat ve Amerika düşmanlığı, onlara müspet kapılar açtı. Onların İslâm’ı araştırıp huzura kavuşmalarına sebep oldu. Yani Amerika’nın 11 Eylül oyunu, Brezilya’ya İslâm’ı ve huzuru getirdi, diyebilirim. Âyette de buyurulduğu gibi “Sizin hayır gördükleriniz şer, şer gördüklerinizde de hayır olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz!..” (el-Bakara, 216) Müslüman olmanız, işyerinde problemlere sebep oldu mu? * Çalıştığım yerde tesettürlü olmam ve namaz kılmam, tabiî ki mesele oldu. Şefim, müslüman olmamdan çok rahatsız olmuştu. Bir sene işsiz kaldım. Tabiî bunlar küçük imtihanlar!.. Zaten Ankebût Sûresi 2. âyette de buyruluyor ya: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden sadece «İman ettik!..» demeleriyle bırakıverileceklerini mi sandılar?!” Bir sene sonra Allah, daha hayırlı kapılar açtı. Hem dinimi rahatça yaşayıp, hem de mesleğimi icrâ edebileceğim bir iş buldum. Güneş enerjisi üzerine çalışmaya başladım. Tek zorluk, iş bulma değil elbette… Sokaklardaki insanlar hep önyargıyla bakıyorlar. Marketlerde kötü davranıyorlar. Yolda bana merakla baktıkları zaman, hemen onlara: “– Bir şey mi sormak istiyorsunuz?” diyorum. Kimisi kaçıyor. Bazıları da İslâmiyet hakkında soru soruyorlar, çok etkileniyorlar ve telefon numaramı alıyorlar. İslâm’ı öğrenmek için tavsiye kitaplar istiyorlar ve câmiye bile geliyorlar. Burada önemli olan, zorluklara takılmadan hedefe kilitli kalmak ve İslâm’ı en güzel şekilde yaşamak!.. O zaman her yerde önyargılar kalkıyor. Brezilya’da insanlar İslâm’a muhtaç!.. İnşâallah burada (Türkiye’de) dinimi iyice öğrenip oraya geri döneceğim ve kardeşlerime yardım edeceğim. İnşâallâh hidâyetlere vesîle olurum. Çünkü Brezilya’nın ihtiyacı, bilgili, İslâm’ı güzel yaşayan Müslümanlar!.. Böyleleri az olduğu için orada uzun süre yaşayamıyor ve İslâm’ı daha rahat yaşayacakları yerlere göç ediyorlar. Bir daha da geri gelmiyorlar. Cenâb-ı Hak, beni Brezilya’da dünyaya getirdiyse, orada müslüman olduysam, benim cihâdım, tebliğim demek ki orada!.. Kaçmak, çözüm değil!.. O yüzden bu röportajı okuyan kardeşlerim, İslâm’ı güzel öğrenip öğretmem için bana çok duâ etsinler!.. Bu röportajınızı okuyacak kardeşlerimize söylemek istediğiniz başka şeyler de var mı? Benim en sevdiğim ibâdet, namaz!.. Onda çok huzur buluyorum. Günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkmak çok güzel!.. Namazdaki hareketler, bedenin altı noktasının yere değmesi, insana müthiş bir enerji veriyor. Bugün bilim adamları da bunu doğruluyor. İslâm’daki ibâdetleri yaparken de, hareketlerin mânâsını anlamasan da, hep huzura kavuşuyorsun. Teslim olunca, onun karşılığı bir yerden karşınıza çıkıyor. Biz insanız. Hatalar yapıyoruz. Namaz burada devreye giriyor. Namaz kıldıkça kötülüklerden uzaklaşıyorsunuz. Âyette de geçiyor ya, “…Namaz insanı aşırılıktan, kötülükten alıkoyar!..” (el-Ankebût, 45) diye… Müzik dinlemeyi çok severdim. Terk etmek ve sigarayı bırakmak zor oldu. Zaman, sabırlı olmak zamanıydı ve namaz bana yardım etti. İslâm’ı iyi öğrenmek, okumak da yetmiyor işte… Kalbe indirmek ve yaşamak lâzım!.. Kalpten düşünmek lâzım… İşte o zaman, yavaş yavaş hikmetler açılıyor. Mesela erkeklerle kadınların aynı mekânda olmamasının ayrı bir hikmeti var. Erkekle kadın bir arada olunca, enerji farklı oluyor; rekabet duygusu, kıskançlık ve nefsânî duygular harekete geçiyor. Ben müslüman olduktan iki sene sonra bunların farkına vardım. Müslüman hanımlarla beraber olduktan sonra daha huzurlu oldum. Onlarda saflığı, temizliği ve iyi niyeti buldum. Bu duyguların, onları iyiye götürdüğünü fark ettim. Anneler, evlatlarının küçüklüklerinden itibaren terbiye etmeliler. İslâm’ı iyi öğretmeliler. Öyle olursa, benim yaşıma geldiğinde neredeyse âlim olurlar. Ama çocukları televizyon terbiye edince, çocuklar televizyonu kopya çekince, dinden uzak kalıyorlar. Cenâb-ı Hak bize muhtaç değil!.. Biz, O’na muhtacız!.. Bizi her zaman görüyor. Küçük şey yok!.. Müslüman her hâline dikkat etmeli!.. Çünkü o, her hâliyle herkese örnek olmalı!.. Hayatınız bir çok ibretle dolu… İnşâallah okuyan kardeşlerimize faydası olur. Bize vakit ayırdığınız ve başınızdan geçenleri samimi olarak bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Allah, sizin vâsıtanızla Brezilya’da nice insanlara hidâyet nasip eylesin. Âmin. Beni sabırla dinlediğiniz için, ben de sizlere teşekkür ederim. Halime Demireşik Bu da Benim Hidayet Hikayem Olsun Şebnem Dergisi, 24. sayı |
|
|
Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 ziyaretçi) | |
|
|