![]() |
![]() |
![]() |
#1 |
![]()
Çok severdik biz halka tatlıyı. Hacı amca da sık sık alır, dağıtırdı bize mutlu olalım diye. "Biz" dediğim, mahallenin çocukları işte.
Hacı amca ne zaman parkın karşısındaki yoldan geçse -evine giderken mecburen bu yoldan geçerdi- merak ve heyecanla ellerine bakardık poşet var mı yok mu diye hemencik. Elinde poşet görürsek heyecanımız bilmem kaça katlanırdı. Hep tatlı olmazdı tabii o poşette. Bazen poşetin kulpundan saçlarını savuran bir marul, bazen can sıkıntısından morarmış birkaç patlıcan, bazen birbirine baka baka kararmış üzüm salkımları... O zaman çocuk yüreğimizdeki umut boynunu büker, bizler oyuna döner, Hacı amca da yoluna giderdi. Aslında adı Hacı değilmiş, sonradan öğrendik. Sekiz yıllık ömrümün Hacı amcası nasıl Hacı amca değil? Olur mu öyle şey canım? Olmuş. Hacca da gitmemiş üstelik. Başındaki takkeden ötürü "Hacı" demişler, o da almış, koymuş bu lakabı başının üstüne takkesi gibi. Hacı amcanın eşini, Şeker teyzeyi de çok severdik. Onun adı da "Şeker" değilmiş, tabii bunu da sonradan öğrendik. Ceplerinde hep şeker olurdu; düdüklü, sakızlı, halkalı, horozlu... Ben en çok düdüklü şekeri severdim. Bize misafir olsun ya da ona misafirliğe gidelim diye nasıl hevesliydim, anlatamam. Şeker teyzemle farklı ve tatlı diyaloglar geçerdi aramızda: Kim o? Aç kapıyı, ceplerim şeker dolu! Kim o? Kim olacak kız? Aç kapıyı, ağaç ettin. E ama kim "o", ne bileyim ben kim olacak? Ama açardım tabii. Hep böyle olurdu, her kapıda, herkeste. Kimse, kapının dışında- ki hiç kimse, kim olduğunu asla söylemez ama o kapı muhakkak açılırdı. Zamanla insanları seslerin- den, sözlerinden, şivelerinden, en çok da "benim" deyişlerinden tanımayı öğrendim. El mecbur. Yıllar geçti. Ben büyümüştüm ama yüreğim hep çocuk kalacaktı sanki. Hem neden kalmasın ki? Çocukluğunun cenaze namazını kılanlardan olmayı vereyim ben de. Şeker teyzenin geldiği her gün çocuk tarafım şeker beklerdi, gözlerim Şeker teyzenin ceplerine giden ellerine kayardı sürekli. "Hangisi? Seç." desin diye bekleyip durdum yıllarca, demedi. O gün de demedi. Zaten şeker düşünecek hâli yoktu. Hacı amcaya kızmış, Şeker teyzeyi hastaneye götürmeye çalıştığı için veryansın ediyor. Zorla değil ya canım! Bana bir şey olursa o ne yaparmış. Ayol ne olacakmış bana, neyim var benim? Turp gibiyim. Immm, ö..öö..öylesin Şeker teyze de annem de şey demişti... Şeker teyzen geçenlerde pazardan dönerken… - Ayyy! Daraldım. Daralttınız beni. Çayın var mı? Vardı, verdim. Diyeceklerim içimde kaldı. Hep böyle olurdu zaten, küçüksen birçok düşüncen ses organlarında gerekli işlemlerden geçip muhataba ulaşamazdı. Yine öyle oldu. Ölü düşünceler müzesine bir yeni parça... Sonra konu konuyu kovaladı. Şeker teyze, "Yakın vakitte hayırlı bir iş var mı?" diye sordu. Yoktu. "Ayağına basacağın adam belli midir?" dedi. Sevdiğimin olup olmadığını soruyordu. Tam Şeker teyzeme yaraşır bir dille, şekerlikle gelen bu soru çok hoşuma gitti. Yoktu. Biraz üzülse de sonra "Al işte Hacı amcanla evlendim de ne oldu? Hastane diye diye bezdirdi canımdan beni." diye uzun süre kızıp sonra pazardan Hacı amca seviyor diye aldığı fasulyeyi pişirmek üzere evinin yolunu tuttu. Şeker teyze karanlığın basmasına yakın elinde çiçekli, çimen yeşili bir tabakla kapımızı çaldı. Nefes nefese kalmıştı, alnında boncuk bon boncuk terle "Soluklanıvereyim!" deyip kapının yanındaki tabureye çökerken elindeki tabağı bana uzattı. Bu yemek, görünür kılınmış aşktı. - İyi misin, su getireyim mi? - Yoook, yoook! Hızlı hızlı geldim ya, ondan... Şey... Kızım sen... Nefesleneyim, geçer birazdan. Geçti de. Elimdeki tabağı bırakmak için mutfağa giderken: - İnsan buna bakarak bile doyar Şeker teyze! Sen ne yaptın böyle? - Yemek önemli yavrum. Yemek, insanın yuvası ile bağıdır. O başka bir şey demedi, ben de sormadım. Anlamıştım. Davet ettim, Hacı amca yemeğe bekliyormuş, vedalaştık, ayrıldık. Bağ. Ne güzel söylemişti Şeker teyze. İnsan yaptığını aşk ile yapınca işine bağlanıyordu, aşına bağlanıyordu. Bunlar da birbirimize bağlıyordu bizleri. Bir adamın sevdiğine aldığı çiçek, en güzel çiçekti. Bir annenin evladına ördüğü yelek, en güzel yelekti. Bir kadının sevdiğine yaptığı yemek, en güzel yemekti. Aşk ile olunca hiçbir şey yavan değildi. Şeker teyze eve gidince fenalaşmış. Kalp krizi geçiriyormuş, önce anlamamışlar. Ambulansı ararmış komşulara Hacı amca hemen. Bunların hepsi komşu ablalardan, teyzelerden, çocuklardan derlenmiş bilgilerdi tabii. Hacı amca telefon da kullanmaz ki arayıp soralım, çoluk çocuk da yok akraba da. Mecbur sabahı bekledik. Gün ayar aymaz hepimiz ayaktaydık, sanki hiçbirimiz uyumamıştık. Ailecek yola koyulduk, hastane yoluna. Hacı amcayı başını ellerinin arasında ağlarken bulduk. Babama ağlayarak sarılıp "Hayat arkadaşımdı!" dedi. Oysa Şeker teyze hâlâ hayattaydı. Bunu söylemek istedim ama söyleyemedim. "Acı korkusu, acının bizzat kendisi değil mi?" dedim Hacı amcaya ama bunu da içimden... Şeker teyzenin gideceğini hissetmişti belki ama biz anlamamıştık. Bir daha göremedim Şeker teyzemi. Turp gibi değilmiş, gitti, temelli, bir anda... Hacı amcayı gördük tabii ara ara. Şeker teyzeden sonra çok değişti o da. Aydınlık sabahları rengini yitirmiş gibi... ~Alıntı |
|
|
Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 ziyaretçi) | |
|
|