|
Bizans imparatorluğu.
BİLİM
Bizans İmparatorluğu'nda bilim ve fikir hayatı ilk iki yüzyıl boyunca Antik Yunan ve Latin dünyası arasındaki ilişkilere sıkı sıkıya bağlıdır. Büyük Constantinus ile birlikte Hıristiyanlık resmen kabul edilmekle beraber Antik geleneğini devlet ve fikir hayatı üzerinde birinci derecede etkili olduğu kesindir.
Putperestliğin son kalıntıları 6. ve 7. yüzyılda kaybolmuş, Antik dşüncenin son kalesi olan Atina Okulu 529 yılında kapatılmıştır. Bu arada Hellenistik düşüncenin devam ettiği Mısır, Suriye ve Filistin'in müslümanlar tarafından alınması ile bütün bilim ve kültür hayatı İstanbul'da toplanmıştır.
DİN
Bizans İmparatorluğu'nda dinin ve dolayısıyla kilisenin önemi çok büyüktü. Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonra kiliseye karşı zaman zaman imparatorların önlem almasına rağmen kilise her zaman saygınlığını korumuştur. Patrik imparator tarafından seçiliyordu ve patrik imparatora taç giydiriyordu.
Kiliseye bağlı olarak geniş bir manastır ağı kurulmuştu. Halkın manastırlara olan ilgisi oldukça fazlaydı. Kimileri hayatı boyunca buraya kapanırken kimileri de maddi destek sağlıyordu. Bizans İmparatorluğu'nda manastırların böyle önemli olmasını nedeni; çeşitlilik gösteren, esnek ve akışkan bir kurum olması, toplumun ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olması, her sınıftan insana açık olmasıydı. İnsanlar buraya gelip, Tanrı'ya olan borçlarını ödemekte ve aynı zamanda huzur, mutluluk ve güven dolu bir hayat yaşamaktaydılar.
EDEBİYAT
Bizans edebiyatı, diğer konularda olduğu gibi ilk zamanlar Antik edebiyatın bir devamıdır. Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edilmesine rağmen eski putperest edebiyat hemen ortadan kalkmamıştır. Ancak Hıristiyan düşünüşü çok geçmeden edebiyatta da ağırlığını ortaya koymuştur. Şekil olarak eskiye bağlı kalmakla beraber ruh bakımından Hıristiyan idi. Bizans yazarlarının çoğunda Kitab-ı Mukaddes'in bilinmesi, Antik eserlerin bilinmesi kadar önemli sayılırdı.
Bizans edebiyatı en parlak dönemini Justinianos zamanında yapmıştır. İstanbul merkez olmakla beraber Anadolu, Surie, Filistin ve Mısır'daki kentlerde de canlı bir edebi faaliyet göze çarpıyordu. Tarih, hukuk, bilim ve teknoloji şiirin konusunu oluşturuyor ve her çeşit düz yazı şiire çevriliyordu.
Önemli şairler arasında Nannos, Romanos, Musaios, Patrik Sergios'u sayabiliriz. 7. yüzyılın ortalarından itibaren Bizans edebiyatında bir duraklama dikkati çekmektedir. Özellikle ikon-oklazma yanlız kutsal resimleri yok etmekle kalmamış aynı zamanda bilim ve edebi faaliyetlerin de durmasına neden olmuştur. Bu dönemde çoğunlukla din konuları işlenmiştir. Ayrıca din uğruna ölenlerin biyografileri de bu dönemde oldukça yoğun işlenen konular arasındadır.
Bizans'ın ilk kadın şairi Kosia bu dönemde yaşamıştır. İki yüzyıl devam eden duraklama döneminden sonra yeni ve parlak dönem İstanbul Üniversitesi'nin yeniden kurulmasıyla (863) başlamıştır. Antik ve Bizans eserleri toplanmış ve incelenmiş, özetlerini içeren ansiklopediler yazılmaya başlanmıştır. Bunun en önemli örneği Suidas'dır.
Bu dönemde ayrıca milli destanlar, epigramlar, ilahiler, manzumlar yazılmıştır. 12. yüzyıldan itibaren halk diliyle yazılmış didaktik, satirik, lirik şiirlere, atasözlerine ve hikayelere rastlanır. Diğer yandan eski mitolojik konular halk edebiyarı üzerinde etkili olmuştur.
EĞİTİM
Öğretim yaygın değildi. Daha çok erkek çocuklar okula gönderilirdi. Öğretimde Antik Yunan yazarlarının metinleri okutuluyor ve açıklanıyordu. Orta öğretimin amacı memur yetiştirmekti. Büyük Constantinus'un, İstanbul'u başkent yapmasından sonra imparatorluğun çeşitli bölgelerinden, özellikle de Atina, Mısır ve Suriye'den gelen bilginler burada toplanıyor ve burasını bir bilim merkesi haline getiriyorlardı.
2. Thedosius döneminde İstanbul'da ilk yüksekokul kurulmuştu. Eğitim süresi 5 yıldı. Sonraki dönemlerde kapatılan bu okul, 863 yılında tekrar açılmıştır. Burada felsefe, matematik, astronomi, gramer ve müzik okutulmaya başlandı. İstanbul'da Thedosius'tan itibaren kurulan ve kapatılan üniversite ve yüksekokulların dışında patrikhaneye bağlı olan ve teoloji öğretimi yapan okullar da bulunuyordu. Burada dini derslerin yanında Eski Yunan felsefesi, dil ve edebiyatı, matematik gibi dersler de veriliyordu.
EKONOMİ
Bizans İmparatorluğu'nda ekonomik hayatın temelini tarım meydana getiriyordu. Toprak devletin malıydı. Themalara bölünmüştü ve buralara askeri valiler atanmıştı. Valinin görevi theması içinden gelen toprak gelirlerini imparatora iletmektir. Devlet tarım yapması için kişiye toprak verir o da burayı işler, böylece hem ailesinin ihtiyacını karşılar hem de ürün fazlasını satarak vergi giderlerini karşılardı.
Genel olarak buğday, üzüm, tahıl ürünleri, meyve, pamuk yetiştirilir; arıcılık, hayvan yetiştiriciliği (koyun, keçi, sığır ve at) yapılırdı. Bizans sanayisi deyince akla tekstil gelmektedir. Başta pamuklu ve ipekli dokumacılık olmak üzere ketencilik ve halıcılık ileri düzeydeydi. Madencilik, camcılık, kuyumculuk da oldukça gelişmiştir. Her sanayi kolu loncalar şeklinde örgütlenmiş ve sıkı devlet kontrolü altında idiler.
HUKUK
İmparator, adalet örgütünün başıydı. 14.yüzyılın başlarına kadar en yüksek mahkeme imparatorun başkanlık ettiği mahkemeydi. Üyeleri yüksek memurlardan seçilirdi. Ağır suçlar burada görüşülür ve karara bağlanırdı. Bu yüksek mahkemenin dışında, yüksek daire başkanlarının yönettikleri mahkemeler ve ayrıca kentlerde birçok ilk mahkemeler bulunmaktaydı.
İMPARATOR
Bizans'ın imparatorluk kavramı Roma ve Helen kaynaklıdır. Tanrı-imparator anlayışı ve uygulaması Hıristiyanlaşmış haliyle karşımıza çıkmaktadır. İmparator, Tanrı iradesiyle gönderilmiş bir kişidir. Tanrı'nın seçilmiş kuludur ve onun himayesinde hüküm sürmektedir. Kilise ve imparator bir bütündür ve imparator kimsenin sorgulayamayacağı ve buna cüret edemeyeceği son derece önemli bir şahıstır.
Bu özellikler taşıyan kişinin başında olduğu imparatorluk da, tüm devletlerin, kavimlerin içinde olduğu ortaçağ hiyerarşisinin tepesinde bulunmaktadır. Törenler hipodromda yapılır ancak hükümdarlık ünvanının verilişinin en önemli aşaması, taç giyme, Ayasofya'da gerçekleşirdi. Patrik yeni hükümdara tacını giydirir ve hükümdar kendini " Tanrı'nın sevgili ve yeryüzündeki vekili" olarak tanıtırdı.
KOSTANTİNAPOLİS
Büyük Constantinus, doğudaki başkent olarak, Antik dönemin devamı olabilecek şehirleri değil, İstanbul'u (konstantinapolis'i) seçti. Her taraftan işçi, sanatçı ve malzeme getirtti. Roma, Atina, İskenderiye, Efes ve Antakya'nın en güzel tapınakları yeni kenti süslemek için kullanıldı.
Yeni merkezi Roma'ya benzetmek için elinden geleni yaptı ve 330 yılında şehri büyük bir törenle açtı. İmparator, doğudaki başkent olarak Antik devir devamı olabilecek şehirleri değil, Konstantinapolis'i seçmişti. Bunun nedenleri arasında kentin coğrafi konumu, ekonomik ve siyasal koşulları sayılabilir.
ORDU
Bizans ordusu kara ve deniz kuvvetlerinden meydana geliyordu. İmparatorluğun kurulduğu dönemde kara ordusu iyi örgütlenmiş ve iyi eğitim görmüştü. Kara ordusu sınırlarda oturan birliklerle merkezde bulunan ve her cepheye gönderilen esas kuvvetlerden oluşurdu. 7. yüzyılda ordu ordu örgütünde önemli değişiklikler oldu.
Thema sistemi ile eyaletlerdeki askeri birlikler yeni bir sisteme bağlandı. Strategos, aynı zamanda themasının askeri birliklerinin komutanıydı. Kara ordusu piyade ve süvari olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Silah olarak kılıç, kalkan, mızrak, zırh ve çeşitli savaş baltaları, mancınıklar kullanılıyordu. Bizans İmparatorluğu kurulduğu zaman düzenli bir donanması olmadığı gibi 7. yüzyıla kadar Bizans'ın denizlerde kuvvetli bir düşmanı da yoktu. Fakat Müslüman donanmasının kurulmasından ve Bizans'a karşı ilk başarıları kazanmasından sonra donanmanın önemi anlaşılmış ve deniz kuvvetleri esaslı bir biçimde örgütlenmişti.
Herakleios reformları ile bütün deniz kuvvetleri tek bir ad altında birleştirildi. 3. Leon zamanında deniz kuvvetleri İstanbul donanması ve deniz themaları donanması olarak ikiye ayrıldı. 10. yüzyılda donanma 3-5 Dromondan meydana gelen birliklere ayrıldı. Rum ateşi en önemli silahlarıydı. 11. yüzyıldan itibaren Bizans donanması zayıfladı. 2. Andronikos donanmayı kaldırınca denizlerde üstünlük Venedik ve Cenova'ya geçti. 3. Andronikos donanmayı tekrar kurmaya çalıştıysa da başarılı olamadı.
TARİHÇİLİK
Bizans İmparatorluğu'nda tarihçilik çok önemli idi. Bizans tarihçilerinin eserleri yanlız Bizans İmparatoru için değil, ilişkide bulunduğu kavimlerin tarihi içinde değerli bilgiler içermektedir. Bizans tarihçiliği kilise tarihi ve dünya tarihi ile başlar. Örneğin: Eusebios'un Khronogrophia'sı, Theophanes'in Khronogrophia'sı, Skylitzes'in Synopsis Historion adlı eserleri.
Genel dünya tarihine paralel olarak Antik tarzda yazılan monografilerde Bizans'ın kuruluşundan yıkılışına kadar olan dönem konu alınır. Prikopius'un Gizli Tarih'i ve Yapılar adlı eserleri. Tıp, matematik, astronomi, kimya, botanik, zooloji gibi bilim dallarında ise çok fazla eser yoktur.
Bizans ve Bizans Sanatı
SU TESİSLERİ
İstanbul'da Roma devrinden beri su tesisleri yapılmış, bunlar Bizans devrinin başında da yapılmaya devam edilmiştir. Fakat bu tesislerin Bizans devrinde ne zamana kadar kullanıldığı belli değildir. İstanbul'a gelen su, özel tesislerle çehre iner, baş havuzlara gider ve yer altı kanallarıyla çehre yayılırdı.
Sarnıçlar : Kare veya dikdörtgen planlı, üzeri, taş sütunlar ve tuğla kemerlerle taşınan bir tonozla örtülmüş olan su tesisleridir. Bu yapıların görevi, suyu muhafaza etmektir .
Yerebatan Sarayı Sarnıcı: İstanbul'daki sarnıçların içinde en büyüğü ve en çok tanınan şüphesiz ki, Sultanahmet meydanındaki Yerebatan Sarayı Sarnıcıdır. İmparator Justinianos devrinde genişletilen yapı 140 x 70 m. ölçülerindedir. İçinde, her dizide 28 sütun olmak üzere, 12 sütun dizisinden toplam olarak 336 sütun bulunur. Sütunlar ve başlıkları devşirmedir .
Binbirdirek Sarnıcı: Genel olarak, Konstantin devrine ait olarak düşünülür.
64 x 56 m. ebadındaki yapının içinde 224 sütun bulunur. Sütunlar, alışılmışın dışında, ortalarında bilezik bulunan, üst üste oturtulmuş iki ayrı sütundan oluşturulmuştur .
Bozdoğan Kemeri: Genel olarak imparator Valens (364368) zamanında yapıldığı ileri sürülür.
Bu kemer, iki yüksek yer arasında inşa edilmiştir. Su, kemerler yardımıyla bugünkü Üniversite Merkez binasının bulunduğu yerdeki merkez havuza getiriliyordu. Kemer , bugünkü haliyle tam değildir, her iki uçtan da parçalar eksilmiştir. Açık su hazneleri: Bunlar şehrin dışından gelen suları toplama havuzlarıdır. Burada biriken su, çehre dağıtılırdı Tamamen Roma inşa tekniğine göre yapılmış oban bu aşık hazneler, son derece sağlam ve büyük havuzlardır. Bunların en önemlilerinden birisi de bugün Karagümrük'te Fatih Stadı olarak kullanılan Çukurbostan'dır
ANITLAR
Bizans döneminde, kentin çeşitli yerlerinde dikilmiş anıtlar da vardır. Bunların en önemlilerinin bulunduğu Hipodrom, şehrin eğlence ve
siyaset merkezi, yarışların ve politik mücadelelerin yapıldığı yerdir.
Burası, Sultanahmet ile Adliye Sarayı arasındaki düzlükte uzanan
U şeklinde bir saha idi. Anıtlar, ortada bulunan ve Spina adı verilen bir eksenin üzerinde sıralanırdı. Bu anıtlardan biri Yılanlı sütundur.
Yılanlı sütun: Bu eski bir sütundur, 4. yüzyılda İstanbul'a getirilmiştir. Bu sütun, birleşmiş çeşitli Yunan sitelerinin İranlılara galip gelmesi üzerine, elde edilen ganimetlerin eritilmesi suretiyle meydana gelmiştir. Orijinal durumunda atın üzerinde altın bir kazan vardı ve bu kazanı tutan burmaların her biri bir yılan şeklinde son buluyordu. Yılan kafasından birinin yarısı, geçen yüzyıl içinde kazıda bulunarak, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne götürülmüştür .
Dikilitaş: Aslı bir Mısır eseri olan, 1600 yılında Firavun Tutmosis adına Karnak'da dikilmiştir. Pembe granitten yekpare olarak yapılan Dikilitaş 390 yılında İstanbul'a getirilmiş ve Hipodroma
dikilmiştir. Mermer bir kaide üzerinde, 4 bronz ayak tarafından taşman anıtın kaide kısmının 4 yüzü de mermer kabartmalarla kaplıdır. Bu kabartmalarda, I. Theodosius, oğulları, karısı ve yardımcıları ile Hipodrom sahneleri ve atın dikilişini gösteren tasvirler görülür. Anıtın kaidesinde, biri Latince, biri Grekçe olmak üzere 2 kitabe vardır. Latincede Anıtın kendi ağzından konuşur, dikiliş sebebini ve kaç günde dikildiğini anlatır: "Önceleri direnmiştim, fakat yüce efendimizin buyruğuna itaat ederek, ezilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam için gerekli herşey Theodosius ve onun kesintisiz devam eden sülalesine boyun eğdi. Bana da galebe çalındı ve Proklos'un idaresinde 30 günde dikilmeye mecbur edildim. "Bu kitabeden Theodosius'un birtakım Tiranlara karşı başarılı olduğunu anlıyoruz. Kitabede, Proklos'un adının yeri biraz oyuktur, Çünkü Proklos, siyasi sebeplerden lanetlenmiş, bunun sonucunda ismi silinmiş, ancak sonra tekrar şerefinin iadesi ile yeniden yazlı mıştır.. Grekçe kitabede ifade daha sadedir; Burada taş konuşmaz, "Devamlı yerde yatan 4 taşı dikmek cesaretini ancak İmparator Theodosius gösterebilirdi. Yardıma Proklos'u çağırdı ve böylece 32 günde taş dikilebildi." şeklinde bir ifade görülür. Obelisklerin dikilme gayeleri tamamen psikolojik bir nedene, Roma imparatorlarının bunları, ne kadar zorluk ve fedakarlıklarla getirtip diktirdiklerini göstermek istemelerine dayanmaktadır. Bu şekilde, halk üzerinde imparatorun ihtişam ve kudretinin artması sağlanmıştır.
Örme Obeliks: Bu anıt, İmparator Konstantin Porphyrgennetos zamanında dikilmiştir. Üzerinin zamanında madeni plakalarla kaplı olduğu bilinir. Hipodrom dışında şehrin bazı semtlerinde de anıtlar bulunmaktadır. Bunlar, yaptıranların veya bulundukları yerlerin isimleri ile tanınırlar.
Gotlar sütunu: Gülhane Parkındadır. Tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 4. yüzyıla ait olduğu düşünülmektedir. Bir kaide üzerinde monolit olarak yükselen gövde en tepede korint üslubunda bir başlıkla son bulmaktadır.
Çemberlitaş sütunu: Meydan ortasında hala ayakta duran bu taş anıt, daha Bizans devrinde çatlamış ve demir çemberle takviye edilmiştir. Bu yüzden Çemberlitaş olarak tanınan bu anıt, aslında mermer kaide üzerinde üst üste oturtulan yuvarlak porfir taşlardan meydana gelmiştir. Her bir okun üst tarafında kabarık taş kısımlar vardır. Ek yerlerini buralarda yer alan çelenk şeklindeki süslemeler gizler. Anıtın üzerinde, kendini tanrı Apollon Helios şeklinde tasvir ettirmiş imparator Konstantin'in heykeli bulunmaktadır.
Theodosius Zafer Takı Anıtı: Bugün Beyazıt meydanında, eski adı ile Theodosius formunda, I.Theodosius'a ait bir Zafer Takı bir de sütun bulunmaktadır. Bunlardan, Zafer Takının parçalarının bir kısmı bugün yerinde durmaktadır. Sütun ise, 557 yılında yer sarsıntısında yıkılmış, 16. yüzyıl başlarında ise, tamamen kaybolup gitmiştir. Beyazıt Hamamının temellerinde temel taşı olarak kullanılan helezoni şeklindeki bu sütuna ait kabartmalar,
bugün de yoldan geçerken görülmektedir.
Arkadius Anıtı: Bugün Cerrahpaşa semtinde, Arkadius adına yapılmış olan formun ortasında yer alan bu anıt, bir kaide üzerinde helezoni olarak yükselen bir sütundur. Bu helezoni kısım bir kabartma ile süslüdür. Bu kabartmada, Barbarlara karşı kazanılmış bir zafer anlatılmaktadır.
Daha Bizans devrinde harap olmuş olan bu anıtın bugün sadece kaide kısmı ayaktadır .
Kız Taşı: Fatih semtinde, 452 yılında Markianos adına dikilmiş, ufak ölçüde bir anıttır.
Kaidesinde çelenk taşıyan iki zafer tanrıçası vardır. Kaidedeki bu figürlerden dolayı Türk devrinde Kız Taşı olarak anılmıştır.
RESİM SANATI
Bizans devrinde, 330 - 726 yılları arasında yapılan duvar mozaiklerinden İstanbul'da hiç bir örnek kalmamıştır. Bunun da başlıca sebebi, 726 - 842 yılları arasında görülen Resim Kıran hareket ile bunların tahrip edilmiş olmasıdır. Fakat, Bizans devrine ait İstanbul dışındaki bazı mozaiklerin ve minyatürlerin yardımı ile bu devrin resim sanatının karakterini tespit edebiliriz. İlk çağın Helenistik resim sanatı üslubu, ilk Bizans devri sanatında gayet kuvvetli bir şekilde
kendisini belli eder.
Fakat, bu arada doğudan gelen daha farklı tesirlerde,sanata yerleşmeye başladıkları görülür. İstanbul'da bu devreye ait duvar mozaiği yoksa da, çok dikkat çekici bir mozaik döşeme yakın zamana kadar duruyordu. Bu mozaik, Sultanahmet Cami'nin Marmara yönünde bulunan, Arasta adı verilen eski çarşının yerindeki Bizans sarayının harabelerinin arasında bulunmuştur. 5. yüzyılı başlarına ait olduğu sanılan bu mozaik döşeme, saf bir Bizans eseri sayılamaz. Zira, her bakımdan ilk Bizans devrinin başındaki intikal safhasının özelliklerine sahiptir. Beyaz zemin üzerindeki figürler birbirlerine bağlı olmadıklarından burada belirli bir kompozisyon yoktur , birtakım insan, hayvan, ağaç, kaya ve hatta mimari tasvirler zemin üzerine adeta serpiştirilmiş gibi yerleştirilmiştir. Burada, tezyini bir gaye ile hareket edilmiştir. Bu dağınık figürlerin arasında, bir sepetle tavşan avlayan bir çocuk, bir eşeğin önünde yem torbası tutan başka bir çocuk. Otlayan beygirler, mandolin çalan bir adam, bir Irmak perisi, aslanla mücadele eden bir fil, elinde mızrağı ve kalkanı olan bir savaşçı, bir ağacın üzerinde bal arayan bir ayı, bir ceylan
parçalayan iki pars v.s gibi tasvirlere rastlanır. Hıristiyanlıkla ilgisi olmayan bu mozaikler, ilk çağın Helenistik resim zevkinin izlerini gerek konuları gerek renkleri ve gerekse çizgileriyle taşımıştırlar.
İkonaklast cereyan, Resim Sanatına büyük bir darbe indirmiştir. Kiliselerdeki dini resimler tahrip edilmiş, yalnızca haç resminin yapılmasına izin verilmiştir. Hagia Eirene Kilisesi'nin apsis yarım kubbesindeki mozaik haç 8. yüzyıldan kalmadır . Bu dönemde, kilise başlıca 3 tipe ayrılıyordu. Bunların en önemlisi kubbedir. Burası gökyüzünü temsil ederdi. Bu kubbenin altındaki mekan, yani naos ise yeryüzüdür. Kubbeyi taşları kemerler ve pandantifler yalnız mimari unsurlar değil, aynı zamanda yeryüzü ile gökyüzü arasındaki bağlantıyı sağlayan sembolik yerlerdir. Kilisenin bema kısmı, Hıristiyanlığın oluşum esasının sembolüdür
ve zaten ibadet sırasında bu esrarı ifade edecek olan merasim burada cereyan etmektedir.
Apsis ise, yeryüzü kilisesinin sembolüdür.
Yanlardaki hücreler, bema ve apsise bağlı yardımcı mekanlar, binanın girişindeki narteks ise, daha dünyasal bir karaktere sahip bir mekandı. Mimarideki bu sembolik öz, bu saydığımız aksamı her birinin ayrı esaslara uygun resimlerle süslenmesi sayesinde daha da belirli bir hale getiriyordu. Orta Bizans devrinde büyük bir ciddiyetle tatbik edilen bu resim programının tam bir örneğine İstanbul'daki eserlerde rastlanmaz. Buna karşılık, Ayasofya'da 842'den sonra yapılmış olan birtakım tek mozaikler ile karşılaştı; bunlar o devrin resim programına bağlı olmamakla beraber, üslup bakımından o devrin zevk ve kalitesini çok iyi gösteren eserlerdir .
Son Bizans devrinde Bizans Sanatında bir , 'Rönesans" karakterinin belirdiği görülmüştür.
Bu devirde sanat, kilisenin sert kurallarından sıyrılmış, bunun sonucunda ciddi konular daha serbest bir şekilde işlenir hale gelmiş ve bu arada ilk çağın Helenistik üslubunun esasları da tekrar canlanmak imkanını bulmuştur.
Son Bizans devrinin en görkemli resim koleksiyonu; evvelce Khora Manastırının kilisesi olan Kariye Cami'nde görülebilir. Latin istilası esnasında harap olan bu bina; İstanbul'un tekrar İmparatorluğun başkenti olmasından bir müddet sonra, Devletin ileri gelenlerinden Theodoros Metokhites tarafından 1305 yılına doğru tamir ettirilmiştir. Bu esnada, kilisenin kuzey ve güney tarafına birer kanat, batı yönüne bir dış narteks eklenmiş, güney tarafındaki kanadın içi ise, freskolarla süslenmiştir. Son zamanlarda bu freskolar meydana çıkartılmıştı. Narteks'den esas mekana açılan kapının üstündeki panoda, bu mozaikleri yaptıran Metokhites, İsa'ya kilisenin bir modelini takdim eder vaziyette tasvir olunmuştur. Yapıdaki mozaiklerde bunun dışında hep İsa ve Meryem'in hayatı ile İsa'nın mucizelerinin canlandırıldığı sahnelere yer verilmiştir. Kariye mozaikleri, ifadeleri bakımından canlı ve hareketli tablolardır, bunlarda Orta Bizans devrinin sert ve korkulu ifadesini göremeyiz. Orta Bizans devri mozaiklerinde var olmayan ve Avrupa'da ancak Rönesans ile ortaya çıkan çok önemli bir husus, bu mozaiklerde aşikar olarak görülür ki, bu da derinliği belirten birtakım unsurların kompozisyon içinde yer almış olmasıdır. İsa'nın veya Meryem'in hayatı ile İsanın mucizelerini gösteren sahnelerin hepsinde zemin dekoru olarak mimar ve Helenistik peyzaj motifleri kullanılmıştır .Bu peyzajlar, kademeli kayalardan, yer yer de üst kısımları budanmış ve yanlarından yeni bir dal fışkırmış ağaç gövdelerinden ibarettir.
ASKERİ MİMARİ SURLAR
İstanbul'un esasını teşkil eden Byzantion'un antik çağdaki durumu hakkında pek bilgi yoktur.
İmparator Konstantin, Mayıs 330'da İstanbul'u yeniden kurup tören ile açmıştır. Şehrin bu yıllardaki durumu da pek bilinmez, ancak Konstantin'in çehre kara tarafından sızdığı bilinmektedir. İstanbul surları, zamanla genişleyen çehre uygun olarak batıya doğru genişletilmiştir.
Surlar, 408 - 450 yılları arasında İmparator olan Theodosius zamanında batıya doğru iyice genişletilmiştir. Theodosius surları veya kara tarafı surları adı verilen bu Surların 96 kulesi vardır .Marmara' dan mermer kule ile başlar, Haliç e uzanır, Edirne Kapının biraz ilerisinde ise, kesilir. Buradan ilerdekiler daha sonraki devirlere aittir. Surların yer yer dışarıya
bağlantı sağlayan kapıları vardır. Bu kapılara Türk devrinde çeşitli isimler verilmiştir.
Sur kapılarının bir kısmının eski isimleri bilinmemekle beraber, sadece 3 tanesinin tam ve kesin olarak isimleri, üzerlerindeki kitabelere dayanılarak tespit edilmiştir. Bunlar, Porta Aerea ( Altın Kapı ), Pege' ( Silivrikapı ), ve Rhegium ( Mevlevihane kapısı )'dır . Surlar, üç bolümden meydana gelmekteydi, 1) Anasur, 2) İçsur, 3) Hendek. Surların , Ayvansaray tarafındaki ucu Theodosius zamanından sonra şehrin genişlemesine uyarak yenilenmiştir. Özellikle Komnenoslar devrinde, burada İmparatorluk sarayı olduğu için bu bölge (Blakhemae) özel olarak genişletilmiştir .
Kara surlarının devamlı olarak tamir edildiği, Bizans kaynaklarından ve kulelerdeki kitabelerden belirlenmektedir. Marmara ve Haliç surları, kara surları kadar önemli değildir. Özellikle Haliçtekiler iyice zayıf tutulmuş, Marmara surları da çok kuvvetli yapılmamıştır. Haliç surlarının zayıf olmasının sebebi, Haliçin devamlı olarak kapalı tutulması, Marmara surlarının kuvvetli olmamasının sebebi ise, denizin bu bölgede çok akıntılı olması yüzünden gemilerin buraya yanaşmasının güç olmasıdır.
Altınkapı: Kara surlarının en önemli kapısı olarak bilinir. Altın kapının özel bir durumu vardır, 0 da Via Egneüa adı verilen Istanbul Roma ana yolunun buradan başlamasından kaynaklanmaktadır. Kendine özgü bir cephe mimarisine sahiptir.
Normal kapılarda görülen bir açıklık yerine burada 3 açıklık vardır. Esas giriş imparatora mahsustur, halk yan kapılardan geçer. Cephe mermer bloklarla kaplıdır.
MİMARI
Bizans Mimarisinin en iyi görüldüğü yer başkent İstanbul'dur. Bizans Mimarisi, başlangıçta ilk Şam mimarisinden faydalanmış ve bunları yeni amaçlarına uydurmasını bilmiştir. Esası bir bir toplantı yeri olan bazilikayla,ufak ticari anlaşmazlıkları halleden hakimin yerine İsa mefhumunun alınması ile Hıristiyanlaştırarak bir kilise haline getirmişlerdir. Bazilika şeklindeki kilise, uzun bir yapıdır. Doğu ucunda yarım yuvarlak bir şekilde dışarı taşan bir apsis, batı ucunda ise, narteks adı verilen bir hol bulunur. Narteksin iki yanındaki merdivenlerden yan neflerin üzerinde uzanan ve kadınlara ait olan galerilere çıkılır. Bir bazilikanın üstü çift meyilli ve kiremit kaplı ahşap bir çatı ile örtülü olurdu. Bu basit ve sade kilise tipi: Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında ve Bizans Sanatının özellikle ilk devrinde hayret verici bir derecede tutulmuş ve sayısız denecek kadar çok örnek meydana getirilmiştir.
Bu tipin en karakteristik örneklerinden biri, başkent İstanbul'dadır. 461 'de kurulan Studios Manastırının Aziz Hagios Loannes ' e ithaf edilen kilisesi olan bu bina, İmrahor İlyas Bey Cami adını alarak, zamanımıza kadar gelmiştir. Harap bir halde olan bu bina, Bazilika tipinin en saf çekli ile karşımıza çıkmaktadır. Binanın iç mekanı bütün normal bazilikalarda olduğu gibi, iki sütun dizisi ile üç nefe ayrılmıştır. Fakat 18. yüzyıldaki yangından sonra sütunlardan sağ taraftaki nef kaldırılmıştır. Yapım üzerine örten ahşap çatıdan ise, artık hiçbir iz kalmamıştır. Henüz ayakta duran sol taraftaki sütun dizisinin yangından süslemelerini tamamen kaybetmiş olan başlıklarının üstünde, zengin bir şekilde işlenmiş mermer bloklardan meydana getirilmiş bir arşitrav uzanmaktadır.Bir gereksinmenin en basit şekilde cevaplandırılmasını yansıtan bazilikanın yanında revaç bulan ikinci bir yapı tipi ise,merkezi plan şemasıdır. Yuvarlak bir mekan esas oluşturacak şekilde kurulan bu binalarda, mekanın üstü yapının bütününü kaplayan bir kubbe ile belirtilmiştir.
Bu tipin gayet güzel bir örneği, İstanbul' da bugün K. Ayasofya Cami adını taşıyan eski Sergio ve Bakkhos Kilisesi'nde karşımıza çıkar. İmparator I. Justinianos tarafından 526-530 yılları arasında yapılan bu binada dış duvarların düzgün olmayan bir kare meydana getirdikleri görülür. Batıya bakan cephede uzanan sütunlu son cemaat yeri Türk döneminde yapılmıştır. İçeride sekiz kuvvetli paye, ortada sekiz köşeli bir saha meydana getirdikleri basık, dilimli bir kubbe örtmektedir. Bu orta mekan, doğu yönüne ileri doğru uzanan ve dışarı taşan bir apsise sahiptir.
Payeler ve bunların arasındaki sütunlar ile orta mekandan ayrılan dehliz kısmı, bir at nalı gibi burayı kuşatmaktadır.
Bizans Mimarisi, Bazilika ve merkezi plan tipini birleşerek, yeni bir mekan çekli bulmak yolunda çalışmaktan geri kalmamış ve bunun sonunda, 5. yüzyıl sonlarında kubbeli Bazilika denen tip doğmuştur. Bu tipin en görkemli örneği 6. yüzyılda İstanbul'da yapılmış olan Ayasofya'dır.Trallesli Anthemios ve Miletos'lu Isidoros'un, yani Anadolulu iki mimarın Justinianos'un emri ile 532 - 537 yılları arasında yanmış daha eski bir kilisenin yerinde yaptıkları Ayasofya, kubbeli Bazilika tipini en güzel şekilde verir. Burada, merkezi planlı binalarda görülen mimari sistemin esası, orta nefin üst mimarisinde ve ana mekanda bulmak
mümkün olduğu gibi, klasik Bazilika mekanının karakteristik özelliklerinden sayılan, yan neflerin yardımcı, adeta orta mekanın görkemi ve genişliği uğruna "harcanmış" mekanlar olmalarında da görmek olasıdır.Yapının iç kısmı, adeta çatlı bir Bazilika gibi paye ve sütün dizileri ile üç nefe ayrılmıştır. Bunlardan ortadakine, esas ağırlığı dört payeye binen 31 m. çapındaki büyük bir kubbenin hakim olduğu görülür. Orta nem, esas aks üzerinde düzenlenmiş, ana kubbeye doğu ve batı yönden birleştirilen iki yana kubbe ile daha örttürülmüştür. Bu kubbeler vasıtasıyla aynı zamanda, ana kubbenin iki yönden basıncı karşılanarak, alttaki duvarlara geçişi sağlanmıştır. 77 m. uzunluğundaki orta nefin doğu ucu, dışarı ve üstü yarım kubbeli bir apsis ile sonuçlanmaktadır .
Bizans Sanatının ilk devresi siyasi ve askeri gerilemelerle beraber 726'da ortaya çıkan ve kiliselerin dini resimlerle süslenmesini yasak eden bir cereyan ile sarsıntı geçirmiş ve bu durum, kısa bir ara ile 842 tarihine kadar sürmüştür. Bu döneme ikonaklasma denir .
İkonaklasmanın 842'de ortadan kalkması ile gerçek anlamı ile başlayan Orta Bizans devri sanatı, ı204'de Bizans'a karşı yapılan Haçlı seferlerinin sonunda İstanbul'u 'u ele geçiren Latinlerin burada bir Latin İmparatorluğu kurmalarına değin sürmüştür.
Bu devirde Bizans Sanatı, kilisenin İkonaklasmaya karşı kazandığı zaferle yeni bir yön almış ve sanat, önceki devrindeki özgünlüğünü yitirerek, kilisenin günden güne kuvvetlenerek hakimiyeti altında belki de sert ölçülere bağlanmak zorunda kalmıştır.
Orta Bizans devrinde ufak ölçüler hakim olmakla beraber dış çizgilerin zarif, ölçülerinse uyumlu olmasına önem verilmiştir. Yunan Haçı plan bu devirde mimari tiplerin başında gelmekte, hatta uzun süre tek mimari tipi teşkil etmektedir. Bu tipte binanın orta kısmının bir Yunan haçı biçimindedir ve tam ortada bir kubbe bulunmaktadır . Başlangıçta hayli kaba ve ağır bir görünüşe sahip olan Yunan haçı planı sonradan geliştirilerek iç çizgilerin incelmesi ile daha hafif bir görünüş almıştır.
Bu ikinci safhada kubbe Kalenderhane Caminde olduğu gibi ağır masif köşe duvarlarına değil,
paye ve sütunlara bindirilmiş ( Bu tip yapılardan biri olan Bodrum Cami yüksek bir kripto üzerinde kurulmuştur. Dört sütunlu Yunan haçı planı bütün özelliklerini burada gayet açık bir biçimde görmek mümkündür. Bir narteksi takip eden naos dört ince payenin yardımı ile taksim edilen bir Yunan haçı çeklindedir. Binanın dış cephelerine konulan birtakım yan yuvarlak payeler ve bunların arasına yerleştirilen kor kemerlerle hareket ve plastik bir ifade kazandığı görülmektedir.
10. yüzyılda inşa edilen Lips Manastırı kilisesi olan Fenari İsa Cami'nin kuzey kanadı da aynı tipin gayet karakteristik bir örneğidir. Yalnız burada 17. yüzyıldaki bir tamir esnasında dört sütun kaldırılarak yerlerine iki büyük kemer inşa edilmiş ve 13. yüzyılda güney tarafına ikinci bir kilise eklenmiştir . Eski adı bilinmeyen ve 10. veya 11. yüzyılda. yapıldığı tahmin edilen Vefa Kilise Cami adıyla da bilinen Molla Gürani Cami ise, 14. yüzyılda eklenen büyük Theotokos ton diakonissa Kilisesi (Akataleptos) = Kalenderhane Cami ve anıtsal dış narteksi bir tarafa bırakacak olursa dört sütunlu Yunan haçı planı veren bir Orta Bizans devri kilisesidir .
Komnenos sülalesi zamanında 1081 - 1118 yılları arasında yapılan ve Pantepoptes Manastırının kilisesi olan Eski imaret Cami ise. aynı tipin en güzel örneğidir. Komnenos sülalesi tarafından kurulan ve esası 1136.da yapılan Pantakrator Manastırının kilisesi olan Zeyrek Kilise Cami, bu devirde büyük kiliselerin ancak ufak kiliselerin birleşmesiyle meydana getirildiğini gösteren karakteristik bir örnek olarak dikkati çeker.
Yunan hacı planlı kiliselerin en büyük örneklerinden biri olan Zeyrek Cami güney kanadı ancak 16 m. uzunluğundadır. Orta Bizans devrinde daha az uygulama alanı bulmuş plan tipine sahip yapılara da rastlanmaktadır. Bu yapılardan biri, Kariye Cami olarak tanınan Khora Manastırının kiborium planlı naos kısmıdır. Son Bizans devrinde, İstanbul'da yeni bir mimari tipin doğduğunu ve bunun 12841294 yılları arasında yapıldıkları bilinen üç kilisede uygulandığını görüyoruz. Bunlar, fetihten sonraki isimleri ile Koca Mustafa paşa Cami, Fenari İsa Cami ve Fethiye Cami esas binasıdır.
Bu tip binalarda görülen plan şemasının, Orta Bizans devrinde görülen Yunan haçı planıyla hiç bir suretle ilgisi yoktur. Zira, bu plan şemasında naos kısmında dört kemer üstünde yükselen bir kubbe bulunmakta ve orta mekan bu kare alanın altında kalmaktadır. Bu orta kısmın etrafında, üç taraftan onu bir at nalı gibi saran basık tonozlu dehlizler uzanmakta ve bu yüzden de bu plan tipine kısaca Dehlizli tip adı verilmektedir .
SARAYLAR
Büyüksaray: İstanbul'un ilk büyük imparatorluk sarayıdır. Topkapı Sarayı gibi geniş bir saha içinde kurulmuş ve çok sayıda yapıdan meydana gelmiş olan saray, Sultanahmet'ten K. Ayasofya'ya kadar olan sahayı kaplıyor ve denize uzanıyordu. Saray, 4. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar devamlı olarak inşa ve tadil edilmiş olan irili, ufaklı binalarla adeta küçük bir şehir görünüşünde idi. Tamamen harap olmuş bu Kompleks'den zamanımıza yalnızca bazı cephe kalıntıları ulaşmıştır.
Tekfur Sarayı: Bizans İmparatorlarının ikinci saray kompleksi Edirnekapı yakınlarında bulunan Blakhernai Saray kompleksidir. Bu yapı grubundan günümüze sadece bir pavyon ulaşmıştır. Tekfur Sarayı adı ile tanınan bu yapı, Bizans sarayları hakkında fikir veren bir örnektir. Eski adı ve yapılışı tarihi kesin olarak bilinememekle birlikte, 12. yüzyılın ikinci yarısına ait olduğu düşünülebilir. Yapı, Bizans Latinlerden geri alındıktan sonra onarım
görmüş ve bu esnada yapıya bazı kısımlar da eklenmiştir. On kısmında bir avlu bulunan yapı, bir bodrum katı ve iki tam kattan meydana gelmiştir. Bodrum kat kemerlidir ve bu kemerler vasıtasıyla avluya asılmaktadır. Son derece zengin bir cephe mimarisi ve süslemelerin görüldüğü yapıda özel olarak imal edilen süs tuğlaları kullanılmıştır. Pencere kemerleri ise, renkli ve beyaz bir taş ile iki veya üç tuğlanın alternatif olarak dizilmesiyle oluşturulmuştur.
Yapı, fetihten sonra çini fabrikası ve cam atölyesi olarak da kullanılmıştır .
|