IRCForumu.ORG   çatla net
Goygoy


 
 
Seçenekler Stil
Alt 25 Ocak 2024, 16:11   #1
Standart Osmanlı Hanedanının Doğuşu.


En eski öyküler, Osman'ı, ahî örgütü ile ilişkide bir Vefaiyye şeyhi, Ede Balı’dan kut alırken gösterir. Şeyh, sözde Osman’ın ahfadının dünyayı yöneteceği kehanetinde bulunarak ona bir gâzî kılıcı kuşandırır. II. Murat zamanında yazan Yazıcıoğlu Ali, "Kayı boyundan Ertuğrul, oğlu Osman Bey ve uçbeyleri bir kurultay kurdular. Birbirlerine danışıp Oğuz Han töresini anlayınca Osman'ı han atadılar" der.
Tarih kayıtları, Osmanlı hanedanının kurucusu Osman Gâzî’yi Kastamonu emirinin buyruğu altında, sınırlarda savaşan yarı-göçer bir Türkmen başbuğu olarak gösterir. Bir hanedan kurucusu olarak nasıl ortaya çıktığı önemli bir tarih sorunudur.

Uc geleneği, Selçuklu sınır düzeninde bağımsız bir önder olabilmesi için Osman’ın Hıristiyanlara karşı önemli bir zafer kazanmasını ve Selçuklu sultanından “bey” sanını almasını gerektiriyordu. Geleneksel Osmanlı anlatılarına göre Osman, önemli bir Bizans kalesini Karacahisar’ı alır, zaferden sonra da sözde, sultan kendisine onur hil’atı, bayrak, at ve davul gibi geleneksel yetke simgeleri göndererek onu bey ilân eder. Aynı gelenek, Osman’ın yetkesi için yasal bir tslâmı temel gösterme çabası da sergiler. Anlatıya göre, Osman bağımsızlığını Bapheus’da (Koyunhisar) Bizans ordusuna karşı ünlü zaferinden sonra, 1302’de ilân etmiş, kendi adına hutbe okutmuştur. Bu da Osmanlı hanedanının sultanlık yetkesini meşrûlaştırmak için sonradan ıkartılmış bir söylentidir; ancak Bapheus zaferinin Osman’ın tarih sahnesine çıkmasında en önemli olay olduğundan kuşku yoktur.

Uçların toplumsal ve tinsel yaşamına, aynı zamanda, derviş tarikatları hükmederdi. Dolayısıyla, Osmanlı politik gücü için sûfi bir köken de aranmıştır. En eski öyküler, Osman’ı, ahî örgütü ile ilişkide bir Vefaiyye şeyhi, Ede Balı’dan kut alırken gösterir. Şeyh, sözde Osman’ın ahfadının dünyayı yöneteceği kehanetinde bulunarak ona bir gâzî kılıcı kuşandırır. Osman’ın uçtaki en etkili din adamı olan Ede Balı’nın kızıyla evlendiği de ileri sürülmüştür. Osman’ın ölümü üzerine (1324), yerine geçecek olanı seçmek için yapılan toplantı Ede Bali’nın yeğeni Ahî Hasan’ın zâviyesinde olmuş; Orhan ve oğlu Süleyman yeni fethedilen alanlarda bu ahîler ve öteki dervişler için vakıflar yaptırarak Osmanlı devlet ve hanedanının kuruluşunda ahilerin ve dervişlerin önemli rol oynadıklarını teyid etmiştir. Osmanlı beyliğinin kurucusu kuşkusuz Osman Gâzî’dir. Osmanlı sultanlığının kurucusu ise Orhan’dır, o sultan sanım taşımış, bir bağımsızlık belgesi olarak da ilk Osmanlı sikkelerini bastırmıştır. Öbür Anadolu beylikleri Orhan’ın oğlu Murat’ın hükümdarlığını tanıyınca Murat, “Hüdavendigâr” ve ondan önce Selçuklu sultanlarının kullandığı ve imparatorlukta hak iddiasını açıkça gösteren “sultan-ı âzam” unvanlarını aldı. Halefi I. Bayezit, çağdaş Batı kaynaklarının imperetor olarak betimlediği ilk Osmanlı sultanıdır. Bayezit, 1395’te Kahire’deki Abbasî halifesinden Anadolu Selçuklu hükümdârlarının özel unvanı “sultanü’r-Rûm”, yani “Bizans ülkeleri sultanı” unvanının resmen tanınmasını istemiştir. Fakat bundan kısa bir süre sonra Anadolu’daki eski Moğol topraklan üzerinde Timur hak iddia edecek, yalnızca bir uçbeyi olarak gördüğü Osmanlı hükümdârının kendisini tanımasını isteyecekti. Daha sonra Timur’un oğlu Şahruh’un ileri süreceği aynı iddiaya Osmanlılar, kendi soylarını eski Orta Asya Türk hanlarına bağlayan bir soyağacı uydurarak ve efsanevî Oğuz Han soyundan geldiklerini iddia ederek karşılık verdiler. Osmanlılar bu dönemde Orta Asya Türk söylencelerini bilinçli olarak canlandırıp benimsediler. II. Murat zamanında yazan Yazıcıoğlu Ali, “Kayı boyundan Ertuğrul, oğlu Osman Bey ve uçbeyleri bir kurultay kurdular. Birbirlerine danışıp Oğuz Han töresini anlayınca Osman’ı han atadılar” der. Orta Asya hanlık kavramı, böylelikle bir gâzî önderinin kişiliğinde İslâmî sultanlık kavramıyla birleşiyordu. Kostantiniye’nin fethiyle, II. Mehmet en saygın Müslüman hükümdar oldu. Osmanlılar onu, ilk dört halifeden bu yana en büyük Müslüman hükümdâr olarak görüyordu. İslâm dünyası da gazâya, en büyük güç ve etki kaynağı olarak bakmaya başladı. Fâtih Sultan Mehmet kendini, bütün Müslümanlar adına çarpışan bir gâzî olarak görüyordu: “…bu zahmetler Allah içindir. Zira elimizde İslâm kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmeyevüz bize gâzî demek layık olmaz. Ve hem yanın Hak hazretinde hacîl oluruz”1. Memlûk sultanına Kostantiniye’nîn fethini bildirdiği mektubunda Mehmet, “Müslümanlar için hac yollarını açık tutmak senin görevindir; bizim görevimiz de gazâ sağlamaktır”, diye yazmıştı. Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti Kostantiniye’yi aldıktan sonra Mehmet aynı zamanda kendini Roma lmparatorluğu’nun tek yasal vârisi olarak görüyordu. Giacomo de Languschi onun, “Dünya İmparatorluğu, tek bir din ve hükümdârla, tek olmalıdır. Bu birliği gerçekleştirmek için İstanbul’dan daha uygun bir yer yoktur”, dediğini bildirir. Sarayındaki Rum bilginleri ve İtalyan hümanistleri kendisine Roma tarihi okurlarmış, Bir Rum olan Yorgos Trapezuntios, bir şiirinde kendisine şöyle hitap etmiştir: “Kimse kuşku duyamaz; Romalıların imparatorudur o. İmparatorluk tahtını kim elinde tutuyorsa gerçek imparator odur; İstanbul da Roma İmparatorluğu’nun merkezidir”

Özetle, Fâtih, İslâm, Türk ve Roma evrensel egemenlik geleneklerini kendi kişiliğinde birleştirdiğini iddia ediyordu; İstanbul’u bir dünya imparatorluğu merkezi yapmak gayesiyle Gennadios’u 1454’te Rum Ortodoks patrikliğine atadı, Ermeni patriği ile haham başını da İstanbul’a getirtti.

Osmanlı sultanının yasal durumu, 1. Selim’in saltanatı döneminde köklü bir değişikliğe uğramıştır. Selim, hilâfetin eski merkezî alanlan olan Suriye ve Arabistan’ı imparatorluğa katarak İslâm dünyasının sınırlarında yalnızca bir gâzî sultan değil, aynı zamanda Mekke ve Medine’nin hâmisi ve hac yollarınınkoruyucusu oluyordu. Bu, o zamanlar her Müslüman hükümdârının kullandığı halife unvanını taşımasından daha anlamlıdır. Selim, hilâfetin simgeleri sayılan Peygamber’in kutsal eşyalarını İstanbul’daki sarayına göndermişse de, Abbasî halifesi el-Mütevekkil’in halifeliği Selim’e devir ettiği, ya da Selim’in, geleneksel anlamda, bütün İslâm dünyasının halifesi olduğunu iddia ettiği doğru değildir. Sünnî öğretiye göre halife, Peygamber’in kabilesi Kureyş’ten olmalıydı, üstelik bütün İslâm ümmeti için tek bir halife kavramının, 13. yüzyıldan beri hiçbir anlamı kalmamıştı.

I. Süleyman, “yüce hilâfet’te hak iddia ettiği ve “halîfetü’l-Müslimîn” unvanını kullandığında, yalnızca İslâm hükümdârları arasındaki üstünlüğünü ve İslâm’ın koruyuculuğunu vurgulamak istemiştir. Tahta çıkışında Süleyman’ı kutlamak için gönderilen bir mektupta Mekke şerifi, gazâdaki başarısının onu bütün öteki Müslüman hükümdârlardan daha yüce bir konuma yükselttiğini yazmıştır. Osmanlı sultanları hep gâzî sultan olarak kalmışlardır; ancak gazâ kavramını genişleterek bütün İslâm dünyasını himayeleri altına alıyorlardı. Onlar klâsik öğretilerden değil de, gazâ ilkelerinden yola çıkarak hilâfet kurumuna yeni bir anlam verdiler.

İslâm dünyası Osmanlıları, Batı Hıristiyanlığının saldırısına karşı savunan tek güç olarak görüyor ve Osmanlı üstünlüğünü kabul ediyordu. 1517’de Selim henüz Kahire’de iken, bir Portekiz donanması Cidde ve Mekke’ye saldırmak için Kızıldeniz’e girmişti. Mekke şerifi malını ve hâzinelerini toparlayarak tepelere kaçmaya hazırlanıyordu; Hicaz halkı Osmanlı amirali Selman Reis’e kendilerini bırakmaması için yalvardı. Limanı savunan Selman Portekizlileri kaçırttı. 16. yüzyıl ortalarında Sumatra ve Hindistan’ın Müslüman hükümdârları Portekizlilere karşı Osmanlı yardımı isterlerken, mektuplarında açıkça sultanın “İslâm’ın Koruyucusu” unvanını kullanmışlardır. Türkistan hanları da sultana, Volga havzasını işgal eden ve hac için Mekke’ye Kırım yoluyla ulaşmalarını engelleyen Ruslara karşı benzer ricalarda bulundular. Hac yollarını açık tutmak için sultanın Hindistan ve Volga havzasına sefer düzenlendiğini biliyoruz. Osmanlılar, doğal olarak, bu durumu kendi politik yararları için kullandılar. Geleneksel hilâfet öğretisini de ancak 18. yüzyılda ve gene politik çıkarlar yüzünden canlandırdılar. Süleyman’ın Islâm dünyasının koruyuculuğunu üstlenmesi onun evrensel politikasının ancak bir yüzüydü. Avrupa’da V. Karl ın imparator sanını tanımayı reddererek, onu yalnız Ispanya kralı olarak tanıyor ve Karl’ın Hıristiyan Avrupa’nın bütünü üzerine egemenlik iddiasına karşı çıkan her gücü destekliyordu. 1532’de Süleyman Venedik’te kendisi için Batı stilinde muazzam bir imparatorluk tacı yaptırmış ve o yıl Viyana’yı almak amacıyla sefere çıkmıştı.

alıntıdır: Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600)


________________






[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
 


Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 ziyaretçi)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB kodu Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Kapalı



Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 00:30.