11 Mart 2024, 22:19
|
#1
|
|
Ah Bir Ataş Ver | Türküsünün Hikayesi
Ah Bir Ataş Ver Türküsünün Hikayesi
Çanakkale Boğazı, Nağra Burnu açıkları
4 Nisan 1953, Saat 02:15 Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile çarpıştı.
Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece. Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü. Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı. Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı.
forumlar, genel forum sitesi forumadasi.com
Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu. Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı.
Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, her şey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler.
Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi.
***
Sunay Akın’ın aktardığı hikaye;
Bu hikaye Gelibolulu bir deniz subayı öğrencisi ve Gelibolulu bir kızın aşkının hikayesidir. Bu subay Bahriyeli okulundan mezun olur ve mezun olduğu gün sevgilisi ile buluşmak için söz verdiği yere gitmek için yola koyulur.
Buluşma yerine kız çoktan gelmiştir. Kız sevgilisi ile buluşacağı için çok mutludur. Bahriyeli buluşma yerine gelir, sevgilisi ile buluşur. Kız çok mutludur ama oğlanda bir durgunluk vardır. Kız ne olduğunu sorar, oğlan mezun olduğu için artık görevlere gideceğini ve belki de aylarca görüşemeyeceklerini söyler.
Kız korkar, içinden “Acaba benden ayrılmak mı istiyor” diye geçirir.
Ve “Olsun, ben beklerim” der.
Oğlan bu sözlere sevinir. Yanında getirdiği bir kutuyu kıza verir.
Kız sorar “Nedir bu?”
“Aç!” der oğlan.
Kız açar, kutudan kalın bir el kitabı, bir de el feneri çıkar. Kız anlam veremez, “Nedir bu?” diye sorar.
Oğlan, “Bu kitap mors alfabesidir. Bunu oku öğren, ben boğazdan geçerken bana söylemek istediğini böyle anlatırsın” der. “Ben boğazdan ne zaman geçeceğimi sana telefonla bildiririm” diye ekler. Ve oğlan göreve çıkar.
Bir gün kızın bir arkadaşı kıza gelir ve oğlanın aradığını söyler. Oğlan herkesin evinde telefon olmadığı için arkadaşını arayıp haber vermiştir. Arkadaşı kıza, işte şu gün, şu saatte boğazdan geçecekler diye söyler.
Kız da ailesinin korkusundan mors alfabesini geceleri çarşafın altında el feneri ile çalışmaktadır. Sevgilisinin geçeceği haberini alınca da geceler boyu çalışır.
Denizaltının geçme saati gelir. Kız odasının boğazı gören penceresinin önünde gözü ufukta beklemektedir ve birden denizaltı görünür. Kız başlar geceler boyu öğrendiğini uygulamaya. Alır el fenerini, başlar yakıp söndürmeye, uzun uzun, kısa kısa, uzun kısa uzun. Tabi kızın yazdığını denizaltı güvertesindeki tüm denizcilerde görür, biri koşar komutana haber verir:
“Komutanım karadan biri mors alfabesi ile birşeyler yazıyor, biri bize bi mesaj vermek istiyor.” diye.
Komutan çıkar güverteye okur kızın yazdığını:
“Seni seviyorum.”
Hemen sorar, “Kime geliyor bu mesaj?”
Kimseden ses yok. Bizim oğlan komutana doğru yaklaşmaktadır elinde bir fenerle. Olayı anlatır komutana ve cevap vermek için izin ister. Komutan “Olmaz!” der, o elindeki fenerle olmaz. Geç denizaltının projektörüne. Oğlan hemen gider yakar projektörü başlar yazmaya, uzun uzun, kısa kısa, uzun kısa uzun.
Şöyle yazmaktadır: “Ben de seni.”
O gece Gelibolu, denizaltının dev projektörü ile bir aydınlanır, bir söner, bir aydınlanır, bir söner.
Bu iki aşığın hikayesi askerler arasında efsane gibi yayılır ama kimse o kız kimdir, oğlan kimdir bilmez.
Oğlan yine göreve gider. Boğazdan geçmelerine bir hafta kala yine haber yollar, “Şu gün gece, şu saatte boğazdan bir denizaltı konvoyu geçecek. Ben konvoydaki ilk denizaltıdayım, yani ilk gördüğün denizaltıda ben olacağım. Ona göre şaşırma” der.
O gün gelir, kız beklemeye başlar yine penceresinde. O gün takvimler 4 Nisan 1953’ü göstermektedir. Oğlanın da içinde bulunduğu Dumlupınar denizaltısı İsveç bandıralı Nabuland (Nabulavşi) ile Gelibolu açıklarında çarpışır. Ve batar. Yani kıza daha görünmeden denizin derinliklerine gider.
Konvoydaki Bahri Kurt komutasındaki ikinci denizaltı ise olanlardan habersiz rotasında ilerlemektedir. Gelibolu önlerine gelir. Tabi kız, ilk bu denizaltıyı gördüğü için başlar yazmaya,
“Seni çok seviyorum.”
Erler mesajı okur. O kulaktan kulağa duydukları efsanenin doğru olduğunu anlarlar ve “doğruymuş, doğruymuş” fısıltıları arasında erlerden biri Bahri Kurt’a haber verir. Kurt güverteye gelir ve kızın mesajını görür. Erler sorar,
“Efendim ne yapalım?”
Kurt düşünür “Bu kız heralde denizaltıları şaşırdı, çünkü sevdiği bu gemide değil, olsaydı gelirdi.”
Ere, “Şimdi bu kız sevdiğinden mesaj alamazsa uyuyamaz, biz bir cevap yazalım.” der ve geçer projektörün başına, başlar yazmaya,
“Ben de seni.”
Kız karşı mesajı görür ve rahatlayarak yatağına döner.
Saatler sonra anlaşılır ki, Dumlupınar kaza geçirmiş.
Hemen arama kurtarma çalışmaları başlar.
Denizaltıdan yukarı fırlatılan telefon şamandırası ile aşağıdakilerle temasa geçilir. Ama kurtarma çalışmaları boşunadır. Denizaltı dalgıçların inemeyeceği kadar derindedir.
Bu kurtarma çalışmaları sırasında, kurtarma teknelerinden biri manevra yaparken pervaneleri ile telefon şamandırasının kablosunu koparır ve iletişim kesilir.
Saatler süren çalışmalar sonuç vermez ve o gün tam 88 bahriyeli genç şehit olur.
Alıntı.
|
|
|